Geri dönmemek, her zaman bir direniş değil.


Her zaman bir inat değil. Bir mukavemet etme, bir tırnaklarını toprağa geçirme; ayaklarından seni geriye çeken zincirlerle, ellerinle kavrayıp sıkı sıkıya tutunduğun önündeki demirler arasında kalan bedeninin, gerginlikten kopacak hale gelmesi değil her zaman.


Geçilebilir buralardan, uğranabilir buralara. Bazen uzunca bir süre kalınabilir de hatta buralarda ama bir köprüyü yok edebilmek için, yakmak gerekmez illa.


Köprünün diğer ucunda kalanlardan nefret etmek gerekmez. Başını bir an olsun çevirip geriye bakmamak için boynunu incitmek zorunda da değilsin.


Biliyor musun, eğer istersen ayaklarındaki zincirlerden sakince de kurtulabilirsin.


Sevgiyle.

Evet, sevgiyle.


Zincirlere de, zincirlerin sahiplerine de, kangren olmaya yüz tutmuş ayak bileklerine de; belki panikle yaktığın için canını, kızıp durduğun kendine de..


Neye nasıl bakman ve gördüğün şeye ne anlam yüklemen gerektiğini sana dikte etmeye çalışanlarla dolu bir gezegen burası. Bir şeylerden kurtulmalarını sağlayan yöntemlerini de tek çıkış yolu gibi dayatırlar mutlaka, iyi niyetleri de cabası.


Ama sen, daha önce kırk kere yaşanmış bir hayat mısın; yoksa ilk defa mı yaşıyorsun bu hayatı? Çizilmiş yollardan hoşlanmayan kişi, kendine yeni bir yol çizmekten başka ne yapsın?


Sebepler, sonuçları mantık zeminine oturtmak için örttüğümüz perdeler değil mi?


Bir insanı bağlayan zincir, değil midir yine bir insan eseri?


Kurtulmak, sıyrılmak ve dahi özgürleşmek için kan ve gözyaşına ihtiyacı olduğunu söylerler insanların. Onlara göre, bir şeyi elde edebilmek için mutlak surette bir bedel ödemek lazım.


Bedel, kelime anlamıyla karşılık demektir. Değer, demektir. Tutar, demektir.


Bedelini sevgiyle ödemeyi denedin mi hiç, bir şeyin?


Belki denersen geçmişin, geleceğin ve bugününle aran düzelir.


Belki hem zincirlerden kurtulursun, hem de ayak bileklerin iyileşir.