Bazen olur ya, yaşadığın yerde her teneke ve plastik şişeyi geri dönüştürüp para almak mümkündür. Sen de çevreye duyarlı herkesin yapacağı gibi biriktirmeye başlarsın. Yeni taşındığın evde yatağının altındaki geniş alanda büyük bir poşetin içine doldurmaya başlarsın atıklarını. Bir süre sonra hemen sokağın başındaki, yalnızca Romence bilen Romen dilenciye biriktirdiğin bütün şişeleri vermeye karar verirsin. Çünkü her şeyden önce, kimsenin kimseye emek olmadan para vermemesi konusunda çok katı olmana rağmen bir kere dayanamayıp adama para vermişsindir bile; sonra, her sabah gülümseyerek selamlaşmaktan memnun olmana rağmen her seferinde para istemeye devam etmektedir ve her şeyden sonra adamla bir şekilde iletişim ve bağ kurup dost olmak veya onun her gün sadece oturduğu hayatına bir hareketlilik katmanın buna değeceğini anlarsın.
Sonra bir gün Romen dilenci aynı içten gülümsemesi ve kırmızımsı bir şeftaliyi andıran yanaklarıyla senden tekrar para istediğinde ona, evde şişelerini onun için biriktirdiğini söylersin ki durumdan onun da haberi olsun.
Birden dünyanın sonu gelir! İnsanlık önceden hiç karşılaşmadığı boyutta bir tehditle karşı karşıyadır. Sokaklar boşalır. Dünya ekonomisi çöker. On binler ölür! Yüz binler de onlarla ölür!
Ve ne yazık ki yalnızca Romence bilen adam hala yalnızca Romence bilmektedir ve ne yaparsan yap hiçbir şey anlatamamışsındır. “Benim bildiğim Romence kelimeler neydi ki ya?” diye söylenerek evin yolunu tutarsın.
Hızla tüm dünyaya yayılan salgın, yoğun 'evde kal' çağrıları ve sonunda boşalan sokaklar…
Ne? Dilenci nerede? Romen dilenci de kaybolmuştur sokaklardan. “Ölmüş müdür?” diye sorarsın. “Ölmemiştirdi” diye cevap verirsin. Evsiz görünmüyor, öğleden sonra dörde kadar dileniyordu. Geri gelecek miydi?
Karantina sürdükçe sürüyor, dünyanın her yerinden kötü haberler geliyordu! Hastaneler kapasitelerini aşıyor, hapishaneler hepimizi endişelendiriyordu! Herkes ellerini yıkamayı öğreniyor, sonunda kalabalık yapmıyorlardı. Kimi hayvanlar hala kavga peşindeydi, biraz daha iyi olanlar ise sonunda insansız bir doğanın tadını çıkarıyordu. Maymunlar şehirlere iniyor, bahçelerde geyikler, boğazlarda yunuslar görülmeye başlamıştı. Kuğular hayallerinin Avrupa turunu yapmaktaydı. Cansız şehirler, bomboş sokaklar, kapanan dükkanlar, işsiz kalan insanlar! Yani sen! Sen de çok yakında yepyeni bir iş bulup yepyeni bir hayata başlaman gerektiğini öğrenmişsindir.
Üstelik şişelerini biriktirdiğin poşet de neredeyse doluydu. “Şimdi götürüp iade mi etmeliydim? Ama ya geri gelip verdiğin sözü hatırlarsa?” soruları arasında kalırsın. Bir duraksayıp bütün konuşmalarınızı tekrar edersin, üzülerek yalnızca Romence bildiğinden daha da emin olursun.
Ne olur ne olmaz diyerek biraz daha zaman kazanmaya, atıklarını dolmuş poşetin yanına teker teker dizmeye başlarsın. Yalnız, hareketsiz ve işsiz geçen, bol bol teneke ve şişe biriktirilen günler... Dışarı çıkılmayan hafta sonları, haftalar ve hatta aylar... "O zaman bu sabah uyandığında tenekelerin yarısı neden devrikti?" diye sormaktan alamazsın kendini.
Çok ilginçtir. Rüzgar olamaz, çarpsan hissederdin herhalde. Acaba yatağın altına kaçırdığın şeylerden biri mi devirmişti? Neler düşürmüştün ki? Top, çakmak ve terlik. Hepsini de geri alırken devrilmediklerini görmüştün, saymıştın bile. Tuhaf… Neyse ki uyuman gereken saat çoktan gelmiştir ve cevabı bulmak için biraz daha zaman kazanmaya çalışarak uyursun. Aynı günler geçer. Bilinmeyen gerginliği bütün dünyayı, ülkeni, yaşadığın ülkeyi, haber kanallarını, gazeteleri, Whatsapp gruplarını, seni ve yatağının altını kaplamaktadır.
Aynı günlerin birinde dışarı atarsın kendini. En sevdiğin restoran artık sadece paket servis vermektedir. Yemeğini paket yaptırır döner, yersin. İçtiğin gazozun şişesini de koyarsın diğerlerinin yanına, bu sefer devirmemek için daha da dikkatlice. Üretken olmaya hazır hissedersin kendini ama üzerindeki uyuşukluk hissi her şeyi loş bir hale getirmektedir. Bu sefer fazla düşünmeden hemen duşa atarsın kendini. Yirmi dakika sonra bornozla odada dikilirken bulursun kendini. Güzel bir yemek sonrası alınmış kısa ve serin bir duş… Ne olursa olsun kısa süreliğine tek yapılması gerekenin üstünü giymek olduğunu bilmenin rahatlığıyla zihnini geri vitese takan sen…
Yavaşça dolabın kapılarını açarsın. Yavaşça ve bütün dikkatini vererek açarsın her zamanki gibi çünkü tek odaklandığın şeyin üstünü giymek olduğunu bilmene rağmen reflekslerin dolabın kapısını ilk açtığında dolabın üstüne düştüğünü hatırlar. Birden önceden duyduğunu bildiğini şimdi daha gürültülü ve uzunca duyunca anladığın bir ses duyarsın. Zaman durur ama heyecanın artmaktadır. Dolabın kapağının tenekeye çarpma sesidir bu. Dolabın kapağının doksan dereceden biraz fazla açılıp yatağın altına ulaşabildiğini, son duş aldığında nasıl aceleyle hazırlandığını, o günden beri içtiğin onca tenekeyi, yalnızca Romence bilen dilenciyi, artık boş olan köşesini getirirsin gözlerinin önüne. Artık boş olan restoranlar, barlar ve onların maske, eldiven, ilaç peşinde koşan sahipleri takılır gözlerine diğerleriyle beraber. Zaman devam etmeye başlar. Sakince fakat sabırsızca dolabın kapağını kapatır, kendi gözlerinle doğrulamak istersin gerçeği. Devrilmiş tenekeler tebessüme dönüşür bir anda. “Aaaaaynen böyle olmuştu!” diye iç geçirirsin uzunca. Üzerinden büyükçe bir yük kalkar ve zihninin bakışlarını başka bir yöne çevirirsin sonunda. Gözlerin de zihnini takip eder ve bulmaları için önceden masanın üzerine koyduğun defterini bulurlar. Saniyeler önce tek düşünmen gerekenin ne giyeceğin olmasının verdiği hafiflik kendini bornozla defter başında bulman ile son bulmuş, yerini daha mutlu bir motivasyona bırakmıştır. Evet, yazmak!
Hani bazen olur ya,
Kendini bornozla bembeyaz bir defterin karşısında elinde bir kalemle bulursun. Ne yazılır ki öyle anlarda?
Yusuf Çağrı Öğüt
2020-09-06T21:13:12+03:00Okuduğum ilk seferde etkilenmiştim.
İkinci sefer ise büyüledi.
Devamını diliyorum üstad.