Dulac’ın (1925), sinema için, birtakım entelektüel düşünceler ile yoğrulmasından önce, doğuşundan belli bir sürece kadar tiyatro, müzik ve fotoğraf sanatının bir yansıması olduğu görüşü doğrudur. Görsel düşüncenin olgunlaşmasına kadarki süreçte kamera, yalnızca bilimsel bir aygıt olarak nitelendirilmekteydi. Bu bilimsel aygıt, fotoğraf karelerini saniyede 24 defa kesintisiz kaydedebilmesi ve gösterebilmesi ile sinemayı birtakım ekonomik getirilerle beraber eğlence sektörünün önemli bir alanı haline getiriyordu. Fakat bu süreçten sonra sinemanın tanımı, düşüncede, kamerayı aletler sınıfından aygıtlar sınıfına yerleştirmekle meydana gelmiştir.


İnsan hayatını kolaylaştırma ve yönetmede başvurulan iki önemli unsur vardır: bunlar aygıtlar, yani “apparatus” ve aletlerdir. Kamera bir aygıttır (Canikligil, 2018) ve gerek görsel, gerekse fonetik birtakım malzemeleri bir arada kaydeder. İşte bu kayıtlar, XIX. yüzyılda Dziga Vertov ve Sergei Eisenstein gibi önemli sinema kuramcılarının çabalarıyla farklı bir form haline gelmiştir. Bu form sayesinde sinema, tiyatro oyunlarından veyamüzikallerden farklı olarak bölümler arasındaki perdelerin beklenilmediği bir yansıma olmaktan kurtarılmıştır. Yalnızca birbiri ardına eklenen iki görüntünün dahi tek başına bir anlam oluşturduğu, -örneğin masa üzerinde yakın planda görünen bir çorbanın ardından gülümseyen bir suratın gözükmesiyle çorbanın güzel olduğu anlamının oluşması- ilk olarak kurgunun gücünü göstermiştir. Bu gücün anlaşılmasının ardından sinemada anlam yaratmanın yalnızca masa başında film bandını keserek değil; birtakım sinematografik ögelerle de sağlanacağını göstermiştir. Bu ögelerin başında görsel dil, ışık tasarımı ve kamera hareketleri gelmektedir. Bahsettiğimiz bu ögeler, bir sahnenin, oluşturulurken gözetilen amacının ne olduğunun anlaşılmasında mutlak bir rehber olmaktadır. Sinematografi, yani “hareketle yazı yazma” teriminin kaynağı bu ögelerin kullanımı ile ortaya çıkmıştır.


Bruce Kawin’in, “Film bir düştür- peki ama kimin?” (Akt. Botz-Borstein, 2007:37)sorusunun dayandığı gerekçe, film yapımcısının aktardığı görsel ve fonetik kodların ne şekilde işlendiğidir. Bir sanat türü olarak sinema, her sanat türü gibi öznel aktarımların bir ürünüdür ve Nejat Bozkurt’un da dediği gibi (1995) her sanat yapıtı, yaratıcısına özgülenmiştir. Bu duruma göre Christian Metz’in, “Sinematografik anlam her zaman için güdümlenmiş olup asla nedensiz değildir.” (2012:107) sözü karşılığını bulmuş olur.


Dulac’a göre anlatılacak hikayenin görsel yollarla hizmete soktuğu sinemanın ışık dışında kendine özgü başka bir dekoru yoktur. Burada Dulac’a katılmak mümkün değildir çünkü Dulac, hareketle yazı yazmanın önemli diğer iki unsuru olan kompozisyon ve kamera hareketlerini göz ardı etmiştir.Kompozisyon ve kamera hareketlerinin başlı başına bir anlam oluşturma veya sinemaya özgün birer dekor olmaları, sinemayı ikincil bir entelektüel yenilik olmaktan veya alt seviye bir anlatım biçimi olmaktan kurtarmıştır.



Kaynakça

Rocha, Glauber, Sinema Yazıları Seçkisi 4, Tan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2011

Botz-Bornstein, Thorsten, Films And Dreams, Lexington Books, Plymouth UK, 2007

Bozkurt, Nejat, Sanat ve Estetik Kuramları, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995