"Sevgili kimse, bir inancın peşindeyim daha doğrusu peşindeyiz. Pek güzel konuşmayı beceremem zaten, hem böyle güzel yazılar yazmayıda pek bilmem. Gece olunca birden burada herkes sevdiklerine mektuplar yazıyor. Benim kimsesizliğim bir tokat gibi vuruyor yüzüme. En çok da geceleri. Ben de bu milletin bir parçasıyım kadın olarak, köyün kadınları olarak, elde avuçta ne varsa cepheye getirdik. Yardım etmek için bir avuç kadın seferber olduk köyümüzden. Genç çocukların çorapları deliniyor, ayak uçları mor renkli kimisinin, gocukları olmadığından gençlerin geceleri yatarken öksürük tutmasın mı onları? İçim gidiyor sevgili kimse, ana yüreği işte. Tek oğlumu böyle bir savaşta, bilmediğim bir cephede kaybetmek. O da öksürüyor muydu? O da bana mektuplar yazar mıydı karanlık çökünce? Her günün sonunda toprakla göğü birleştirirken göz kapakları. Devrik bir insanmışım, rahmetli Duran ağabeyim öyle derdi hep, kahvehanede vurulmadan önce. Umarım devrikliğim yansımaz karaladığım bu günceye, ah bu hâlimi görsen Duran ağabeyim...

Umutsuz bir ufak kız çocuğu bugün askerlere umudu anlatıyor. Ayşe Hanım da sürekli babasına mektup yazıyor. O kadar imrenerek bakıyor ki gözlerim. Bakma bile diyemiyorum. Benim babama yazabildiğim bir tek mektup bile yok, sevgili kimse. Burada insanlar yaraların esiri oluyor. Kurulan o çadırda her iniltide, Hayriye Hanım’ın gözleri doluyor.

O neden kimseye bir mektup yazmıyor? Okuma yazması mı yok yoksa bilmiyorum. Sormak içinde en ufak cesaretim yok, duy bunları Duran Ağabeyim. Cesareti olan Nazmiye bugün cephede. Sen baş beklerken toprak içinde. Biz burada savaş hâlinin bitmesini bekliyoruz. Hayriye Hanım bugün yine ağladı deli dolu, bir askerimiz daha hakka yürüdü, vatan sağolsun sevgili kimse. Lâkin hep şunu tekrarladı durdu on gündür.

"Tam doksan siper parmaklarım yok.”

Kan kaybına yenik düşmüştü soğuk bedeninin uzuvları. Artık gün geçtikçe insanlar, duygusallığını yitiriyordu. Başlarda ya geceleri birden basılır, süngülenir, tacize uğrarsak diye ödümüz kopmuyor değildi. Bizleri sakinleştiren askerler geliyor da aklıma, hiçbirinin bıyığı yoktu bile. Nesillerin gençleri buradaydı, silahlar ellerinde başlarda titrerken, gün geçtikçe titremeler kesiliyor, sesleri kalınlaşıyor. Her sabah, sabah abdesti ile hücuma çıkıyorlardı. Bu gece de her zamankinden daha soğuk, siperlerde Hafız Rafet ağabeyin Yasin okuma sesi.

Çok korkuyorum bir gün, ya benim içinde bu ses duyulursa mektup yazan kadınlar tarafından. Hep hayalini kurduğum eteğinde Toros’un bugün inandığımız, bağımsızlık mücadelesindeyiz her birlikte. Atlarımız, erzak kıtlığından zayıf düştü. Eziyet olmasın diye ellerimizle taşıyoruz erzağı. Ellerim hep nasır, geceleri soyulan derimde. Sevgili kimse, bu hayatımda yazdığım ilk mektubum. Kimse bu mektubu alıp okumayacak, biliyorum. Lâkin unutma sevgili kimse, kadın olarak biz de buradayız.

1920, Toros Eteği


Mektup burada bitiyordu. Mustafa Komutan, elleri topraktan çıkan elleri tuttuğu bu mektupla beraber öptü; okuyunca bu mektubu bir sigara yakması kaçınılmaz değildi. Savaş bitmişti, sulh gelmişti. Kaç kadın inancının gerçekleştiğini göremeden gözlerini kapatmıştı bu kainatta, bilmiyordu. Siperlerde saman kâğıtları, eski mavzerler, çürümeye durmuş at iskeletleri...

Komutanın nevrini döndürmüş, palaskasını gevşetmişti. Bastığı topraktan korkuyor, seke seke yürüyordu tüm gün. Gece olduğunda kabus eşiğinde “Sevgili kimse, kimsin?” diye naralar atarken gözleri ıslaklık getiriyordu şuursuzca.

Sabah fark edilecekti.