Aradan tam 7 yıl geçti. Yaşadığım o korkunç şeyi o günden beri kimseye anlatmadım. Hiç olmamış gibi hayatıma devam etmeye çalıştım. Unutmak çok zor olsa da yavaş yavaş zihnimin gerilerine atmayı başarıyordum. Ta ki dün gece rüyamda o mezarı görene kadar...


Bugün size başımdan geçen her şeyi tek tek anlatmak istiyorum. Anlatmazsam içimden ve rüyalarımdan gitmeyeceğini biliyorum. Tam 7 yıl sonra cesaretimi toplayıp her şeyi anlatıyorum.


O zamanlar fakülteden yeni mezun olmuş, idealleri ve hayalleri için heyecanlanan genç bir mimardım. Babam diş doktoru, annem ve teyzem ise mimardı. Üniversite tercihlerimi yaparken hiç zorlanmamıştım. Parlak bir öğrenciydim ve hayatımda idol olarak gördüğüm annem gibi mimar olmak tek hedefimdi. Hiç zorlanmadan ilk tercihim ve annemin de okulu olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne yerleşmiştim ve hem akademik anlamda başarılı olarak hem de tüm eğlencesini dibine kadar yaşayarak üniversiteden mezun olmuştum. 


Elbette ki annem ve teyzem onlarla çalışmamı bekliyordu. Ancak ben kendi ofisimi kurmak için can atıyordum. Kararlarıma her zaman saygı duyan bir ailem olması büyük şansımdı. Beklentileri yerine heveslerimi desteklemeyi tercih ettiler ve hep birlikte hem yeni evimin hem de ofisimin telaşına düştük. Tatlı heyecanlar ve yorgunluklardan sonra ise kendi ayakları üzerinde duran bir mimar olarak hayatıma devam etmeye başladım. 


Dışarıdan bakıldığında kusursuz bir hayatım vardı. Aslında gerçekten öyleydi de. İşlerimin yoğun olmasına karşılık hayatın ve gençliğimin tadını da çıkartmayı ihmal etmiyordum. Arkadaş çevrem liseden beri kalabalıktı. Üniversite ve iş hayatıyla birlikte elbette ki bu çevre genişledi. Tabii ki çok yakınım olan arkadaşlarım sınırlıydı ama sosyalleşmeyi ve eğlenmeyi seven bir kızdım. Sık sık etkinliklere katılırdım. Kamplar, konserler, doğa yürüyüşleri, festivaller, partiler, sergiler... Kısacası her şey harikaydı. O beni bulana kadar...


Bir gün en yakın arkadaşlarımdan Sibel ile telefonda yakın tarihlerde olacak bir caz festivali hakkında konuşuyorduk. 


-Festival 3 Temmuz-18 Temmuz arasında. Siz 1'i akşamı mı burada oluyordunuz? 


-Evet canım, Erdal'ın ablası bizi alandan alacak. Sonrasında haberleşiriz zaten mutlaka. 


-Tamamdır.


-Edaaaa?


-Efendim Siboş.


-Kenan da geliyormuş festivale. 


-Eeeeee?


-Eeesi belki barışırsınız. 


-Görüşürüz Sibelcimmmmmm!


-Tamam yaa kızma hemen. Siz benim best çiftimdiniz biliyorsun. 


-Sen de bunları konuşmak istemediğimi biliyorsun. 


Biz Sibel'le bu gayet sıradan konuşmayı yaparken bir anda duyduğum sesler bozulmaya başladı. Dinlemek istediğimiz kanalı ayarlamak için radyo frekanslarını dolaşırken çıkan sesler gibi sesler geldi. Ardından anlaşılmayan, gıcırdayan sesler duydum. O anda Sibel'in telefonunun çekmediğini düşündüm. 


-Alo, alo, Sibel? Sesimi duyuyor musun? dedim. Fakat gıcırdayan sesler dışında bir ses gelmedi. Herhalde benden veya ondan kaynaklı bir hat problemi diye düşündüm. Bu an bana birkaç dakika gibi geldi. Sonra Sibel'in sesini duydum.


-Biliyorum, biliyorum, tamam. 


Ne olduğuna anlam veremedim. Sersemleştim. 


-Eda? Orada mısın?


-Aaa evet buradayım canım. Sesin gelmedi bir an. 


-Anladım canım. Benim kapatmam lazım şimdi. Sonra konuşuruz. Öpüyorum çok. 


-Görüşürüz, ben de öptüm canım. 


Telefonu kapattığımda bir ürperti hissettim. Neden böyle olduğuna anlama veremiyordum. Belki de gerçekten hatlarda bir sorun olmuştu. Ama içimdeki huzursuzluk gitmiyordu. Kafamı dağıtmak için biraz dışarı çıkmaya karar verdim. Deniz kenarında müzik dinleyerek yürüyüş yapmanın iyi geleceğini düşündüm. O gün için iyi gelmişti de. 


Aradan günler geçti. İşler, festival, arkadaşlar derken o an artık yavaş yavaş aklımdan silinmişti. Her şey normale dönmüştü. Bir daha öyle bir an da yaşamadığım için huzursuzluğum tamamen geçmişti.


Bir akşam, yemeğimi yeni yemiş televizyonun karşısında sevdiğim diziyi izleyerek çayımı yudumluyordum. Kedim Badem her zamanki şirinliği ile yanımda oyuncağı ile oynuyordu. Telefon çaldı annem arıyordu. Sevinçle açtım. 


-Merhaba Eda.


Bu ses annemin sesine benzemiyordu. Fakat yine Sibel'le konuşurken duyduğum o gıcırdayan sesin aynısıydı. O an kalbim durmuş gibi hissettim. Beni daha da korkutan şey ise kedimin gözlerini fal taşı gibi açmış ve donmuş halde telefonuma bakıyor olması oldu. Hiç kıpırdamıyor, sanki nefes bile almıyordu. Doldurulmuş hayvanlar gibiydi. Ses tekrarladı:


-Merhaba Eda...


-Anne? Anne sen misin? diye seslendim. Annemin numarası olduğu halde arayanın annem olmadığına emin olmama rağmen bu soruya sığındım. Gözümü kapattım sımsıkı ve sanki açtığımda her şey düzelecek gibi umutla açtım. Ama gıcırdayan ses telefonda, kedim ise hala kaskatı karşımda duruyordu. 


-Karanlık Eda, karanlığa doğru gel. Karanlık seni istiyor. 


Hemen telefonu elimden fırlattım. Şimdi ben de kaskatı kesilmiş halde koltukta duruyordum. O ses ne annemdi, ne de bir hat problemiydi. O ses, karanlık ve korkunç bir şeydi. 


Bunca yıl sonra bile hala kulaklarımda. Şimdi anlatırken yine kalbim deli gibi çarpıyor. 


Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kabus mu görüyorum bilmiyordum. Sonra bir an birilerinin bana şaka yapmış olabileceği ihtimalini düşündüm. Bu, korkumu biraz hafifletti. Kesin arkadaşlarımdan biri annemi de alet ederek benimle kafa buluyordu. 


Ama bu, geçen sefer Sibel ile konuşurken de olmuştu. Üstelik konuştuğumuz esnada sanki Sibel donmuş gibi ses araya girmiş ve kaybolduğunda ise Sibel kaldığı yerden konuşmaya devam etmişti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Biri bu şekilde bir şaka yapabilir miydi? Sonra kedim aklıma geldi. Biri şaka yapıyorsa kedim neden buz kesmiş halde telefona bakıyordu?

Tekrar kedime döndüm. Ama telefonu fırlattığımda kaçıp gitmişti. 


Korkuyordum. Hem de çok korkuyordum. Annemi çağırmak anneme sarılıp uyumak istiyordum. Ve uyandığımda bir kabus gördüğümü düşünmek istiyordum. Ama telefonu yeniden elime almak beni çok korkutuyordu. Cesaretimi toplayıp telefonu aldım. Her şey normal gözüküyordu. Aramalara baktım. Annem beni gerçekten aramıştı. Onu geri aradım. 


-Edoşum naber? Az önce aradım meşguldün. Yine Sibel'le dedikoduya mı daldınız ?


Annemin sesini duyduğumda gözlerimden yaşlar boşaldı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kendimi o kadar kasmıştım ki titreye titreye ağlıyordum. Annem telaşlandı. 


-Eda? Annecim ne oldu, neyin var? Korkutma beni. 


-Anne, bana gelir misin? Seninle uyumak istiyorum. 


Bir saat sonra annem kapıdaydı. Uyuyana kadar anneme sarılıp ağladım. Annem onu özlediğimi ve iyi hissetmediğimi düşündü, ben de ona bir şey söylemedim. Onu korkutmak istemedim. 


Ertesi günlerde çevremdeki herkes çok durgun olduğumu söyledi. Kimseye bir şey söylemek istemedim. Kimsenin delirdiğimi düşünmesini istemedim. 


Telefon çaldığında veya birini aramam gerektiğinde kalbimi biri boğuyormuş gibi hissediyordum. Biliyordum. O gıcırdayan ses her ne ise yine beni arayacağını biliyorum. O kimdi, neydi? Benden ne istiyordu? Yaşadığım bu şey gerçek ve mümkün bir şey miydi? Günlerim bunları düşünmekle geçiyordu. 


Psikoloji hakkında çok şey bilmiyordum. Ama herkes gibi halüsinasyon gören/duyan insanlar hakkında bir şeyler duymuştum. Böyle bir şey mi yaşıyordum? Benim bir psikiyatrik rahatsızlığım mı vardı? 


Bir gün bir müşterim ile telefonda iş görüşmesi yapıyordum. Ve kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Bu hissi biliyordum. Gıcırdayan o korkunç sesi duyacağımı biliyordum. Yanılmamıştım. 


-Eda... Karanlığa doğru gel. Ateşe doğru. Ben oradayım. Beni bul. Ruhunu parçalarından sıyır. 


O an hiç yapmadığım bir şey yaptım. Ve ona cevap verdim. 


-Sen kimsin? Benden ne istiyorsun? 


-Seni...


Tüm vücudum titredi. Ve telefonu kapattım hemen. 


Neydi bu? Şeytan mı? Kötü bir ruh mu, cin mi?


Ben yedi yaşlarındayken bir komşumuz vardı. Bir akrabasına musallat olan bir cin hakkında bir öykü anlattığını duymuştum konuşurlarken. Kız en sonunda kendini tırnaklarıyla parçalayarak öldürdü demişti. Annem bunların saçmalık olduğunu söyleyip konuyu kapatmıştı. Çocukların yanında böyle şeylerden bahsettiği için de kızmıştı. O akşam anneme cinin ne demek olduğunu sormuştum. Annem o kadının anlattığı şeylerin hiçbirinin doğru olmadığını söylemişti. Biz pek dindar bir aile değildik. Annem de babam da böyle varlıkların olduğunu kabul etmezdi ve beni de böyle yetiştirmişlerdi. 


Ama işte şimdi ben bunu en gerçek haliyle yaşıyordum. Beni istediğini söyleyen, komşu kadının tabiriyle bana "musallat" olan kötü bir varlık vardı. Ben de o kız gibi kendimi parçalayarak öldürecek miydim? Bu fikir beni tepeden tırnağa ürpertti. 


Bir psikiyatriste gitmekle gitmemek arasında gidip geliyordum. İlaç kullanmak ya da ailemin, çevremin psikiyatrik bir sorun yaşadığımı bilmesini istemiyordum. Bu hayatımın alt üst olması anlamına gelirdi. Bununla kendi başıma mücadele etmek zorundaydım. 


O gıcırdayan paslı ses her an kulaklarımdaydı. 


-Seni istiyorum...


İnternetten metafizik varlıklarla ilgili araştırmalar yapmaya başladım. Kayıp ruhlar, şeytani ruhlar, cinler... Anlatılan ne kadar öykü varsa okudum. 


Bir gün sosyal medyada bu deneyimleri yaşayan insanların oluşturduğu kapalı bir gruba rastladım. Hemen gruba girmek için istek gönderdim. Çok beklemeden gruba dahil edildim. Grupta insanlar birbirlerine yaşadıklarını ve bundan nasıl kurtulduklarını anlatıyordu. Ülkenin dört bir yanından insan vardı. Herkes birbirine tavsiyelerde bulunuyordu. Hocalar, dualar, ritüeller... Ben inanan bir insan değildim. Bildiğim bir dua da yoktu. Bir gün böyle bir şey yaşayıp hocalardan dualardan bahseden bir topluluk içinde olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama artık o sesten kurtulmak için denemeye kararlıydım. 


Grupta İstanbul'da yaşayan kadınlardan biri ile irtibata geçtim. Görüşmek istediğimi söyledim. Ertesi gün bir kafede buluştuk. Aileme, arkadaşlarıma anlatamadığım her şeyi göz yaşları içinde, tanımadığım bu kadına anlattım. Fatma Hoca diye bir kadından bahsetti bana. "Sana yardım etse etse Fatma Hoca yardım eder." dedi. Onu nasıl bulabileceğimi sordum ve bana adresini verdi. Kadınla ayrıldıktan sonra hiç vakit kaybetmeden Fatma Hoca'nın kapısını çaldım.


Yolda gelirken puslu bir dergah odasında yaşayan, hizmetlileri olan, elini eteğini öptüren ve büyü yapan, muska yapan bir kadın hayal etmiştim. Ama geldiğim yer ücra bir mahallede tek katlı eski bir evdi. Kapıyı çaldım. Yaşlıca bir kadın açtı. Fatma Hoca ile görüşmek istediğimi söyledim. "Fatma Hoca benim" dedi. Beni içeri alırken şaşkınlığımı gizlemekte zorlandım. 


Duvarlarda bir sürü dua asılıydı. Evde değişik bir koku vardı. Bilmediğim, alışkın olmadığım ama tedirgin eden bir dünyadaydım. 


-Azazel'in soyundan, dedi. 


-Efendim?


-Sana musallat olan o ruh, Azazel'in soyundan, dedi. 


Daha ona hiçbir şey anlatmamıştım. Herhalde grupta tanıştığım kadın anlattı diye düşündüm. 


-Hayır, hissettim ben dedi. Kimse söylemedi. Resmen düşüncemi de okumuştu. Gitgide büyüleniyor gibiydim. Böyle mistik şeyler bana çok uzaktı. 


-Azazel kim? dedim. 


-İblis o, yani Şeytan. 


Bu kadın ne diyordu böyle...


-Benimle konuşan o şey, şeytani bi ölü mü yani? 


-Evet.


-Ölüler insanlarla iletişim nasıl kurabilir? 


-Sana bahsettiğim normal bir ölü değil. Şeytan tarafından ele geçirilmiş bir ruh o. Şeytanın çocuğu. Ölülerle biz diriler arasında bir boyut vardır. Artık ölen ruh için dünya kapısı kapanmıştır. Lakin onlar... Onlar fanilere sızıp kendilerine kurban ararlar. 


Artık kadının söylediği hiçbir şeyde mantık aramıyordum. İstediğim tek şey o şeytandan kurtulmaktı. Bu yüzden Fatma Hoca'ya koşulsuzca itaat ediyordum. 


-Ondan nasıl kurtulabilirim? 


-Ancak Allah'ın izni ile...


Gözlerimi kapatmamı ve ellerimi açmamı istedi. Sonra ellerimi avuçlarının içine aldı ve bilmediğim bir dilde dualar okumaya başladı. Başım çok hızlı dönmeye başladı. Gözümü açmak, kalkıp gitmek istiyordum. Ama üzerime bir ağırlık çökmüştü. Fatma Hoca duayı bitirdi ve elini alnıma koydu ve gözlerimi açtım. Daha sonra içinde bazı Arapça olduğunu düşündüğüm kelimeler yazan bir kağıdı katladı ve deriden minik bir kesenin içinde koydu. Ve onu iple boynuma bağladı. 


-Bu seni rahatlatacak, dedi. İki gün sonra sabah ezanına yakın yeniden buraya gelmemi söyledi. 


Eğer gecenin bir yarısı tek başıma hiç tanımadığım bir kadının söylemesi ile yollara düştüğümü ailem duysa çıldırırdı. Ama ben bunu yapmak zorundaydım. Arabamı korkudan titreye titreye sürüyor, küçücük bir tümsekte çığlık atarak zıplıyordum. 


Nihayet Fatma Hoca'nın evinin önünde durdum. Tam arabadan inmek üzereydim ki o, elinde küçük bir bez çanta ile kapıdan çıktı. 


-Gidelim, dedi.


Nereye diye bile sormadım. Mahalleden iyice uzaklaşıyorduk. Hiç sesim çıkmıyor, sadece titriyordum. Fatma Hoca da arada yolu tarif etmek dışında hiç konuşmuyordu. Bu derin sessizlikte kalbimin deli gibi çarpışı duyuluyordu. Çamurlu bir yolda ilerliyorduk. Az sonra büyük bir tepenin eteğindeki geniş bir arsada durduk. Arabadan indik. Tepemizde kocaman ve bembeyaz bir dolunay vardı. Zifiri karanlıkta etrafı görmemize yardımcı oluyordu. Fatma Hoca önde ben arkada yürüyorduk. Biraz sonra koca bir ağaç gördüm. O kadar heybetliydi ki. Dallarında tuhaf bez parçaları ve Fatma Hoca'nın boynuma bağladığı gibi deriler vardı. Kafamı indirdiğimde ağacın biraz ötesinde kazılmış bir çukur fark ettim. Çukurun başında ise tahta bir mezar taşı. Bu bir mezardı. Ama kimin mezarı? Hem benim bildiğim mezarlar toprakla örtülü olur, böyle boş ve açık değil. 


O an kalbime bir bıçak saplanmış gibi keskin bir korku duydum. Bu benim mezarım mıydı yoksa? Bu kadın beni öldürüp buraya gömecek miydi? Kandırılmış mıydım?... Ben bu düşüncelerle boğuşurken Fatma Hoca bana, mezarın ayak ucunda durmamı söyleyerek elinde tuttuğu bez torbadaki şeyleri çukura doğru atmaya başladı. Atarken de dualar okuyordu. O atmaya devam ederken bunların keçi ayağı, keçi boynuzu, ve iç organları olduğunu görünce irkildim ve öğürmeye başladım. Bunlardan sonra ise üzerinde bazı semboller olan kağıtları ve ardından bazı bez parçalarını çukurun içine attı. Trans halinde dua ediyordu. Az sonra cebinden bir kibrit çıkarttı ve çukurun içindekileri yaktı. Yakarken daha yüksek sesle, adeta haykırarak dualar okumaya devam etti. Benim tüm vücudum sarsılıyor, ateşin sıcaklığı yüzüme çarpıyordu. Duyulan iğrenç kokuyu tarif etmek imkansızdı.


Fatma Hoca daha sonra az ötede duran küreği eline alıp çukura doğru toprakları atmaya başladı. Atarken hala bağıra bağıra dua okuyordu. Toprağın atılmasıyla ateş söndükçe simsiyah bir duman yükseliyordu mezardan. Mezar doldu. Fatma Hoca küreği kenara attı. O sırada uzaklarda bir camiden sabah ezanı okunmaya başladı. Ve ben mezar taşına baktığımda oradan yukarıya doğru siyah bir duman veya gölgenin yükseldiğini gördüm şok içerisinde. Siyah gölge gittikçe yükseliyor, büyüyor ve korkunç bir forma bürünüyordu. Tıpkı kızgın bir köpek gibi hırıldadığını duyuyordum. Bana doğru hamle yapacaktı ki bir anda sanki topraktan biri onu çekmiş gibi son bir hırıltı ile süzülerek toprağın altına giriverdi. 


O geceden sonra bir daha asla o gıcırdayan sesi duymadım. Tam 7 yıl oldu. Ama dün gece o mezarı rüyamda gördüğüm için korkmuyorum dersem yalan olur. Fatma Hoca'nın verdiği deri bezi yine boynuma takmaya başladım. Ve bana öğrettiği dualar hala ezberimde. Bu kez gelirse onu nasıl yeneceğimi biliyorum.