Belirsizliklerin üzerine gidilen yollardan da geçtik bu hayatta,

Henüz daha yirmimize ulaşmadan.

Peşimiz sıra çektiğimiz bir bavulun yükünü hissettik hep ardımızda,

Gün doğumlarında.

Güneş daha doğmadan kalkıp hazırlandık yaşam kavgasına

Yaşamın ne olduğunu bilmeden.

Unutulup gitmeye hazır, tarihin bilinmez bir saniyesinde;

Umutsuz yarınlara hep bir olur gözüyle baktık.

Düşülmez uçurumların kenarında durduk düşme hayalleriyle

Düşüşün komedisine ağladık.

Varışın sonuçsuzluğuna

Olduğumuz ana dönüp boş duvarlara baktık

Gece

Sabah olmayan günlere de uyandık

Akşam olmayan gecelerde de yattık

Olur kavramlarının herhangi birine ayak uyduramadan kalakaldık öylece

Zamanın bir şeyler getireceği inancıyla yaşadık tüm inançsızlığımızın içinde

Gittiğimiz yollara baktık dönüp durup

Gidilecek yolları aradık durduk

Yolların varlığına inandık körü körüne

Gördüklerimizi göz ardı ede ede

Bütün bunları bilinçli bilinçsizliklerimizde yaşayıp

Ters kavramların birbirine değmeyeceğine inandık

Sonra kalakaldık öylece

Zamanın ve mekansızlığın ortasında

Aitsizlikle baş başa.

Belki sadece yolumuz yol değildi

Ya da o yoldan gidemedik.

Cam kenarında bir denize bakarak geçirdiğimiz süreyi yaşamdan saydık

Dalgalar zamanı alıp götürürken.

Yalnızca izleyebildik

Yükselip alçalan suların altında kalan yaşamı

Derinlik sarhoşluklarında dolanıp durduk

Bile isteye girdiğimiz girdaplara kapıldık

Tuzlu su tenimizden akıp giderken

Kaldırdık başımızı güneşe

Kurutan, yakan bakışlarla karşılık verdi bize

Soyulan derimizi bağışladık toprağa

Geri döndük bir yolculuğa

Geriye ve ileriye gittik

İlerlemek geri gitmek miydi?

Yoksa tam tersi miydi şimdi?

Şimdiyi gelecekten nasıl ayırdık?

Ve nasıl yarattık geçmişi?

Nasıl karar verdik hangi birinde yaşayacağımıza?

Hangisinde nerede olduğumuza?

Sorularla yitirdik var olan belleğimizi.

Kararttık var olan her bir gerçeği.

Kurtulmak için var olan gerçeklerden

Kaçtık bilmediğimiz derinlere

Zihne.

Yarattığımız karanlıkların içinde bulduk tüm sahteliğiyle yaşamı.

Dört elle tutunduk var olmayana.

İnanmadıklarımızdan farkımız kalmayarak yaşadık

Kaçtığımız bir ömrü.

Yaşamı haberdar etmeden

Sessiz sedasız geçirdik

Önümüzde bir kalem bir kağıt

Geçmiş miydi çizdiklerimiz?

Gelmeyen geleceğin hayalleri mi?

Hangisi acıttı canımızı?

İkisinden de kaçamayan bugün nereye sığındı?

Bitmemiş cümlelerin ardına mı?

Yaşanmamış hayatların boşluğuna mı?

Nerede bulup toparladık kendimizi?

Kağıdı görüp hareket ettirebildik kalemi?

Islak mürekkep miydi düşüp gönlü karartan?

Yoksa bir yağmura mı tutulduk apansız?

Koca güneşi kaplayan küçük bulutlar,

Önümüzde hep sıra dağlar

Ardımız boz kırlar.

Yeşilin ve mavinin hayaliyle baktık sağa sola,

Olmayana.

Dağlardan gelen her bir damla düştükçe kırlara

Bekledik yeşermeyeni

Birikmeyen maviyi.

Umut mevsimlerinde bekledik.

Başka hiçbir şeyimiz olmadan.

Aldık sonra,

Bir kuşun kanadına bağladık umudu

Yukarı aşağı sallandı durdu.

Yüreğimiz ağzımızda,

Bekledik ineceği yeri.

Geleceğimiz durağı,

Varacağımız noktayı.


Köhne bir bina misali

Yalnız, uzak ve tehlikeli.

Anlamlandırılmamış.

Bakılmamış ve yaban.

Her şeyiyle kendi içine çökecek,

Bir beklenti.

Ayrılmamış zamanların her birinden bir parça

Hiçbirine ait olmadan

Hem ayakta, hem yıkılabilir hem de artık tozu bile kalmamış.

Bir kuş kanadından oluşmuş rüzgarla uçmuş gitmiş.

Gönlünün inceliği.