Beyaz bir sayfayı ortadan ikiye bölen

siyah bir çizgiydi ellerin.

Beni hüznün kasıklarından söküp

tanrının avuçlarına gömen.


Sokak lambalarına sarılır gibi

sarılırdın bana, anlamsızca.

Garip bir kadındı

bileği açık cinnetler giyer

sabaha karşı çıkardı balkona.

Güvercin koklar,

çiçekler yakalardı

ve

bazen evi yakardı.

Kıyafetlerini kurutmak için.

Tanrı’yı severdi, kedileri değil.

Bu yüzden Arkadaş Zekai okumazdı.

Tuvaletteki fayansları sayardı,

bazen eksik çıkar tanrıya kızardı.

Ben uyanınca giderdi,

hiç beraber kahvaltı yapamadık.

Ama birçok kez ağladık.

Kan kırmızısı dudaklarının dokunduğu

yerlerimde nedeni belirsiz ameliyat izleri.

Giensbers’in Uluması’nı severdi.


Fırından ekmek almak kadar basitti

onun için yaşamak.

Bir gece gelmedi.

Sonraki gece de

ve

birkaç gece daha.

Gelmediği her gece

ölmüş olma umuduyla uyudum.

Bir gece hem o

hem karanlık geldi evime.

Umursamadım.

İçtik.

Ot içtik,

bok içtik.

Yeni ölmüş biri kadar

mutlu olana dek içtik.

Gene ulumayı okudu.

Uyudu