Kadın girdaptı. Sonu olmayan uçsuz bucaksız bir girdap. Bazı geceler ilkbaharın sıcak havası eserdi girdabın içerisinde, notalar duyulurdu sessizliğin içinden. O şarkı çalmaya başlardı, kimsenin bilmediği sadece onun bildiği notalar ilkbahar sabahının ılık esintisi arasında, kuşların yeniden görülmeye başlandığı zamanlarda var olurdu. İlkbahar gelir geçer, yerini yaza bırakırdı. Yaz girdabın içini yakıp kavurur, bir damla suya hasret bırakırdı kadını. İçinde sonsuz güzellikler olan kadın büyütüp yeşertirdi tüm umutlarını. Ta ki ilk yaprak o ağaçtan düşene kadar. İlk huzursuzluk o zaman eserdi girdabın içinde. O yaprak düşmemeliydi ağaçtan. Girdabın içi soğuk esmeye başlardı işte o zaman. Kadın üşümeye başlardı. Doğa ana onu terk etmeye hazırlanırdı. Tanrı onu unutur, dünyanın öbür tarafını seyre dalardı işte. Tüm güzelliklerden mahrum kalırdı kadın. Girdabın içinde yalnızlığına üşürdü. Fırtınalar girdabın yüreğinde ince bir sızı bırakır, yağmur girdabın sesini kısardı. Çığlıkların üstü örtülür, kadın ayağa kalkmaya korkardı. Sonra bir gece beyaz bir şeyler yağmaya başlardı girdabın içine. Kadının üstünü örterdi. Kadın umutla gözlerini açar, o geldi zannederdi. Bir hışımla ayağa kalkar girdabın sonsuz çıkışına doğru koşardı. Yağan kar kadının ayaklarına dolanırdı. O koştukça buz kütleleri onu düşürür, o yürüdükçe yorgun bırakırdı. Bitmeyen acı işte şimdi başlıyordu. Kadının üzerine yağan kar şiddetini arttırır, gözünün önünü kapatırdı. Fırtınanın arkasından baharın geleceğini bildiği için koşmayı bırakmazdı kadın. Sonsuzluğa koşan kadın sonunda ılık baharı bulurdu belki, belki de fırtına, girdabı mezarı yapardı.

Bizim de kara deliğin içine çekilen hayatımız, ilk bahar fırtınasının elinde değil miydi?


11.02.2019