Belki de saklamayı öğrenmem gerek. Sessizce gitmeyi...

Ait olduğum yeri aramaktansa belki de sadece kendime ait olabileceğimi kavramalıyım.


İnsanın içinde iltihaplı bir yara olsa da var olduğu her an içine akıp zehirlese de belki de sessiz kalmak gerek. Akılla dil bir olmamalı. Kalbin yanan bir kafesteki kuş da olsa yüzün, gözlerin sığ bir deniz gibi her şeyi örtmeli. İçinden gelen, gerçeğe dönüşmesin bırak; gerçekliğin olana kadar sakla. Eğer gerçekliğin olabiliyorsa belli ettiğinde verilen sözlere, olan şeylere ihtiyacın yok.


Görmek istemezsin. Anlamak istemiyorum. Fark etmeden, direnmeden sessiz kalmak dileğim. Sanki 13 yaşında bir çocuk gibi, belki de 6 demeliyim. Kundaktaki bir bebek olmak istiyorum, hepsi çok büyük.


Toparlanamaz yaralar da saklanmalı. Peki ifade etmediğim her şey kabusum olur mu? Ya da anlayamadığım, öğrenemediğim. Eminim. Gördüklerim delilik değil, içimde var olanı reddetmiyorum. Belki de tek gerçeklik budur, eminim ki değil. Çözdüğümüzde mi kapanır bu hayatın defteri? Kapılar çarpıldığında, karnına o zehirli bıçak saplandığında da hep başka bir çıkış var mı? Eminim.


Anlayamayacağım kadar karmaşık olsun, küçümseyeceğim kadar basit değil. Canımı en çok yakan şeyler kazanmam gerekenlerdir. Var oldum, var olmuşum bildiğimden de eski ve hep var olacağım düşünebildiğimden de öte. İçimde yanacak tüm alevlere hazır olduğumda artık sessizliğimin nedeni saklamak değil kabullenişim olacak. O vakit ben hep o sığ denizde salınıyor olacağım.


Öğrenmem gerken derslerin aracısıdır hayatıma giren tüm canlılar. Hayat acımasız bir öğretmense tüm dersleri verip okulu uzatmamak en akıllıcası olacaktır (hissetmeyi ve keyif almayı unutmadan).