Hızlı yürümek gibi bir huyum vardı. Hızlı yemek, hızlı konuşmak... Zamanla bitmeyen bir yarışta kaldım. Parmak uçlarını kazıtan kadını açtım. 

Parmak uçlarımı kazıtmadım ama kanattım.


Bilinçli ama bilinçsizce attığım adımları sayardım.Sonsuzluğun da bir sonu yok muydu kendisini düşünmediğinde? Hadi ama ahbap var olmamayı hiç düşünmedin mi?

Hep geçmişleydi beynimin de derdi. Önceden onu yapardın, bunu severdin, buraya giderdin, önceden, önceden önceden... Gelecekle ilgili hiç. Ya şunu yaparsam, ya şu olursa, ya bana bunu yaparlarsa. Yaptım, oldu, yaptılar çünkü.

Kendimi ne aramak istiyorum ne bulmak. Bir şey, ararken de bulunmuyordu zaten. En iyisi bir çekyat altından çıkmasını beklemekti bir gün.

Sorgulamayı da bıraktım artık. Ne de olsa cehalet mutluluk değil miydi dostlarım? Bir parça mutluluk için biraz cehaleti göze alabilirim. Üstelik hafızamı da kaybettim ya. İnsan ilişkileri nasıl yürür kitaplarını unuttum. İnsana dair ilişkiler yürütmüyorum o yüzden. Kendimle ilişmek isterim, orada birçok insan yaşar zaten. Hepsi kafamı ütülüyor. Bir gün yanlış dediğine, yarın doğru diyorlar.


Gitgelli bir renge sahip dışım da, içim de. Siz beni çözmeye çalışmayınız bayım. Sudan saydam bir barakada, ara ara köşedeki seçkin barda, sırra kadem basa basa, basmalı eteğimle, bariz belli soluk bir benizle, alnımın gerektirdiği kadar akıyla bir akış içinde süzülüp kalırım.