Hatalarım, günahlarım, gittikçe kararan duygularım en az benim kadar gençlerdi hâlâ. Attığım her adımda benimleydiler. Gittiğim yerlere, ruhumdan bir parça çalan köşe başlarına eşlik ettiler karşı çıkmaksızın. Benimle yürüyüp benimle büyüdüler. Yanlarına bir yenisini ekleyeceğim zamansa telaşla baktılar bana, aldırmadım. Tanıdık bulduğum bu telaş korkutmamıştı beni, kaldırımlarda milyonlarcası vardı...

İşte böyle böyle kafam iyice karışmıştı. Sanki zihnimin içinde bir kitap vardı ve ben sayfaları çevirdikçe, bir anlamda onları evlerinden ettikçe, onlar da intikam alır cinsten büyüyorlardı. Çevirdikçe büyüyen cümleler inşa ettim hiç hesapta yokken. Göz bebeklerimle savaşa girdiler ve karıncalar kadar hızlı bir galibiyet kazanıp hayasız bir gülümseme bırakıp gittiler. Onların telaşları da hiç eksilmez, neticede insandan daha çok sözü geçer insanlarda. Bir kral gibi. Bazense kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağa gibi kilitlerler kendilerini. Üstelik en çok ihtiyacımız olduğunda yaparlar bunu. İstediğin kadar çırpın, sen bir kere söylersin onlar iki parmağıyla kapamaya başlar kulaklarını. Bu yüzdendir ki insan bazen acısını da mutluluğunu da gizleyebilmeli. Saklı olan şeye bir inci gibi değer biçilir bir inci olmadan da.

Gökyüzü her zaman kızıl olsa bizi biraz ürkütebilir, kendini saklamayı bilirse de bir şiirin son mısrası.