Büfeden bir poşet bira alıp hemen karşısındaki Millet Bahçesi’ne gidip bir tane banka oturdu. Gece bir sıralarında burasının çok kalabalık olması, genç ve neredeyse yarı çıplak kızlara bakarken içi gıdıklanıp, kafasında türlü fanteziler kurması gerekirken bugün ise tenhaydı. Poşetin içinden bir tane kırmızı tuborg alıp kapağını açtı ve kutunun ağzında kabaran köpükleri üfledikten sonra büyük bir yudum alıp yanına bıraktı. Birayı yanında çerez olmadan içmesini severdi. Taksiciydi ve gece çalışacak arkadaşına anahtarı teslim ettikten sonra önce birahaneye gitmiş, havanın kararıp saatin biraz daha ilerlemesini bekledikten sonra buraya gelmişti. Eğer gece olmadan gelirse çoğunlukla aileler oluyor ve polisler hemen kaldırıyorlardı. Bu saatler en idealiydi. İlk birasını bitirdikten sonra çişi geldi. Normalde tutar iyice sıkıştırdıktan sonra kalkıp bir kuytu köşede yapardı. Ama havaya bir anda sis çökmüştü ve bundan faydalanıp hemen arkasında ki ağacın dibine işeyip yerine oturdu. Çok cılız insan sesleri ve araçların çıkardığı gürültü vardı ve artık onlarda kesilmişti. Sessizliği, esen rüzgârın ıslığı bozuyor, aydınlatma ışıkları dumanlarında içinde bulanıklaşıp sadece varlığını belli ediyordu. İkinci birasını açtığı sırada tam da bu gizemli ortama uygun olarak bir karartı belirdi ve yaklaşıp büyüyerek bir insan silüetini aldı. Ardından giderek artıp yankılanan topuklu ayakkabı sesi duyuldu. Kubilay’ın heyecandan kalbi çarpmaya başladı. Nihayet sis perdesinin ardından bir kadın çıkıp karşısına azametle dikildi. Kubilay, meraktan ölmek üzereydi. Çenesi bir köpek gibi kilitlenip hiçbir şey soramaz hale gelmişti. Kadın çok uzun boylu değildi ama ayağında ki uzun topuklu, açık ve bileklerinin üzerinde bağladığı ipleri olan ayakkabıları sayesinde uzunmuş gibi duruyordu. Esmerdi ve yüzü fettanlığını belli ediyordu. Küçük bir burnu, dolgu yapılmış, bordo ruj sürülmüş dudakları vardı ve elmacık kemiklerini belirginleştiren, siyah renk, arkası ile yanları kısa, üstleri daha uzun, pixie kesim saçlarının önünü hafif kaldırarak yana yatırmıştı. Oval yüz hatlarına sahipti. Kendisine tepeden bakan yarıya kadar kısık gözleri sanki oturduğu için değil de kendi özgüvenini vurgular gibiydi. Cool birisi miydi yoksa soğuk nevale miydi karar veremedi. Üstünde göğüsleri sıkıştırıp dekoltesinden taşıran ve göbeğini –deliğinde piercing vardı- açıkta bırakan beyaz renk bir krop, onun üstünde ise siyah renkli blazer bir ceket altında ise kısacık bir kot şort vardı. Omzunda ise çapraz askısı göğüslerinin arasından geçip onları daha çok ön plana çıkmasını sağlayan küçük bir çanta asılıydı. Bacakları enfesti ve selülitten eser yoktu. Ayak tırnaklarına dudaklarla uyumlu olarak bordo renginde oje sürmüştü. Kimdi bu kadın ve derdi neydi? Bir tek taksideyken yanına kadın geliyordu o da müşteriydi. Yoksa sigarasını yakmak için çakmak mı isteyecekti? Belki de poşette ki diğer birayı rica edecekti. Çünkü vardır öyle rahat kadınlar ve bu da onlara benziyordu. Nihayet kadının ağzından niyetini belli eden sözler çıktı.

‘’Evin var mı?’’

Kendine has, düzgün bir diksiyonu vardı ve sesi kendisinden bile fazla iç gıdıklayıcıydı. Kubilay’ın şaşkın bakan gözlerinin sorduğu soruyu anlayıp hemen cevapladı kadın.

‘’Hayat kadını değilim. Para istemiyorum.’’

Hiçbir erkek eve kız atamaz. Sadece kadın isterse kendini davet ettirir. Buda öyle bir durumdu ve Kubilay’a bir tek tebessüm etmek kalmıştı. Birlikte Kubilay’ın babadan kalma eski bir apartman dairesine gittiler. Kubilay, evin üç odasından sadece birini kullanıyordu. En son annesi öldükten sonra diğer odalara girmez olmuştu. Yalnız kaldıktan sonra burasını kendine göre düzenleyip burada oturup ve burada yatmaya başlamıştı. Bir tane internetli televizyon ve bir tane de tek kişilik bir yatağı vardı. Eski, oymalı üçlü koltuk, yatağın yanında küçük bir sehpa, üstünde dün geceden kalan iki tane boş kırmızı tuborg kutusu ve içinde havada ki ağır kokunun sebebi tepe olmuş izmaritler olan küllük ile tam bir dağınık bekâr eviydi burası. Karşısında soyunmaya başlayan kadının daha ismini bile bilmiyordu.

‘’İsmin ne?’’ diye sordu.

‘’İsmimi sen koy.’’ dedi kadın dizlerini sırayla kaldırıp kırmızı renk, kenarları dantelli külotunu çıkarırken.

‘’Gizemli bir gecede çıktın karşıma. O zaman senin adın Gizem olsun.’’

‘’Kafana göre.’’

‘’Peki, sen benim ismimi merak etmiyorsun?’’

‘’Etmiyorum.’’

Kubilay, kollarını iki yana açıp koltuğun oymasına dayamış, şimdi tamamen çıplak kalıp karşısında öylece dikilen Gizem’i seyrediyordu. Kadın emir bekleyen asker gibi duruyor olsa da aslında komutanın ta kendisiydi.

‘’Bütün gece orada oturacak mısın?’’ dedi Gizem. Göğüsleri küçüktü, kolunun iç tarafında bilekten dirseğe kadar el yazısı ile yazılmış ‘’Berkay’’ dövmesi vardı ve özel bölgesi tıraşlıydı. Kubilay’ın nefesi kesilmişti. Zorla yutkunup yavaşça ayağa kalktı ve soyunmaya başladı. Tamamen çıplak kalınca televizyondan Chris Rea şarkıları açtı. Gizem, kaşlarını kaldırıp dudaklarını sarkıtarak şaşırdığını belli etti. Belli ki kadın kendisinden böyle bir müzik zevki beklemeyip Kubilay’ı arabesk bir tip olarak görmüştü. Artık beklenen an gelmişti. Bir süre ayakta seviştiler ve sonra öpüşerek birlikte yatağa devrildiler.

Sabah olmuştu. Kubilay kıyafetlerini giymiş işe gitmeden önce üçlü koltukta oturup yatmakta olan çıplak Gizem’i seyrediyordu. Seviştikleri esnada kadının yaş dolan gözlerinden niyetini anlamıştı. Gizem, âşık olduğu kişiden, hiç tanımadığı biriyle –istemeyerek de olsa- yatarak intikamını alıyordu. Peki, Kubilay ne olacaktı? Gizem’in bir anda ortaya çıkıp hemen yok olacak olması Kubilay’ın kendi gerçekliğiyle yüzleşip çok büyük acı çekmesi anlamına geliyordu. Hayatında hiç kadın olmamıştı. İhtiyaçlarını para biriktirip kimsenin eskort kadınların evine giderek görüyordu. Ne kadar sefil bir hayatı varmış. Kendini mutlu sanıyordu ama bu kendini kandırmaktan ibaretmiş aslında. Bu zamana kadar yalnız olduğunu biliyordu ama ilk defa sevdiklerinden koparıp, giderek yaklaşan bir alev çemberinin ortasında olduğunu ruhunu acıtmaya başlayan sıcaklığından hissetmişti. Şimdi sıra Gizem’deydi. Gizem’de gittikten sonra ise yanıp kavrulmak gözünü korkutuyordu. Buna izin veremezdi. Artık yalnız kalmak istemiyordu. Saatine baktı. Bir an önce taksinin anahtarını arkadaşından teslim alıp çalışmalıydı. Yerinden kalkıp Gizem’in yanına yaklaştı. Yüzünden yastığı alıp soğuk dudaklarını öptü. Eliyle yüzünü okşayıp gözlerini kapattıktan sonra üzerini bir örtü ile örttü. Çıkarken tekrar örtünün gizlediği Gizem’e bakıp gülümsedi.

‘’Akşama görüşürüz aşkım.’’ deyip dışarı çıktı.