Yazın son günleri ağır ağır çekilip yerini güze bırakırken, nihayetinde her şeyin bir sona erdiğinin bir kez daha farkına varıyorum. Gün kısalıyor, ışık azalıyor, doğa kendi içine çekiliyor. Güneşin altına çalan tonları yerini donuk bir grinin kasvetine bırakıyor. Üzerine basarak ilerlediğim yapraklar birer birer artarken, içimdeki boşluk giderek büyüyor. Bu boşluğa koyabileceğim bir varlığı arıyorum, ama her şey, nihayetinde, tıpkı yaz gibi, yavaşça soluyor.


Her gün masamın başında, belki saatlerce boş sayfaları seyrediyorum; sözcükler, bir zamanlar dolup taştıkları yerden, şimdi yalnızca zoraki çıkıyor. Kalemim artık bir isime daha yazamaz vaziyette, eski sayfaların bastırılmış izini ise yeniden sürmeye cesaret edemiyor.


Kış kapıda, bu kesin. Penceremin önünden haneme esen bu rüzgar, tenime değen soğuk bir el gibi, mücadele ettiğim yalnızlığımı anımsatıyor. Sayfaları doldurduğum tüm o anılar, şimdi baktığımda yıpranmış sıfatlar ve belirsiz isimlerin sıkıştığı eski mektuplar gibi görünüyorlar.


Her köşede bir anı arıyorum; nasıl sevdiğimden ziyade nasıl sevilmiştim bir zamanlar, bunca mektubun yazarından öte, alıcısı olabilmiş miydim, hatırlayamıyorum. Ancak her bir arayış, yerini bir başka hayal kırıklığına bırakıyor. Hiçbir iz bırakmamış olmanın kasveti, henüz yağmamış karın soğukluğunun habercisi.


Belki de bu kış, yazmakta olduğum bir vedanın son noktasıdır. Belki de kelimelerle aramızdaki bu ince bağ, kışın o soğuk nefesiyle kopacak. Henüz söylenmemiş olan ne varsa, nasıl bir aşık olduğumu bilmeden yığdığım tüm o şiirler ve mektuplarla beraber, benimle son bulacak. Ve ait olduğum yere, kışın kara gecelerine yatıracağım kalbimi.