-Göçebeyim ben.

-Neresi yurdun?

-Bilmem. Bir yoldayım. Bu yolun sonu nereye çıkar, açıkçası benim için çok da bir önemi yok. Herkesi, her şeyi arkamda bırakıp gidiyorum ya bu yeter bana. Herkes kalmak için savaşır. Oysa ben gitmek için savaştım hep. Kentin tam ortasında gayet medeni insanların yanında ilkel, vahşi biriydim. Bu şehrin içinde yaşayan bir bozkır kurduydum yani anlayacağın. Birine ait olmak, bir yere ait olmak boynuma takılacak en büyük prangaydı.

-Göçebeyim ben.

-Bu yolun sonu neresi?

-Bilmem, ışıktan kaçan yarasalar misali kaçıyordum insanlardan. Görmesinler, fark etmesinler istiyordum beni. Birileriyle muhabbet ediyordum ama konuşan sanki ben değildim. Standart sorulara klişe cevaplar verip vakit öldürüyordum. Kitaplara kapanıyordum mağaramda. Mağaram dediğime de bakma odamı anlatıyorum. Odamı da görsen kibrit kutusu kadar fakat ben o kutuda büyük büyük kuleler inşa ediyordum kitaplarla ve sana sesleniyorum bu inşa ettiğim kuleden.

Farkında mısın? Birileri sanki oturdukları yerden hepimizin nerede, ne şekilde, nasıl çalışacağını ve toplumsal statülerimizi belirliyor. Sanki hepimiz o birilerinin değirmeninde dönen çarklının dişleriyiz adeta. Sen, seni sokmak istedikleri bu rollere girmeyi kabul etmeyip kendin olmaya başladığın an, seni yok saymaya başlıyorlar. Kendilerine göre çok güzel olan dünyalarından seni dışlıyorlar. Küçük görüyorlar seni ve fikirlerini ama sen inatla var olmaya çalış, benim gibi kaçma. Onlara inat fikirlerinle ve yüreğinle onların nefretle ve kibirle kurdukları dünyaya karşı mücadele et.

-Göçebeyim ben.

-Hiç mi kök tutmayacaksın?

-Bilmem. Herkes, her şey arkamda kaldı ve ben bir göçebe olarak nereye istersem oraya gidiyor, ne istiyorsam onu yapıyorum. Aklımın köşelerinde kalmış şeyleri de saçıyorum kağıtların üstüne. Derdim okunmak veya anlaşılmak değil, ben yazıyorum sadece sen anlamasan da olur.

-Göçebeyim ben.

-Nereye kadar kaçacaksın kendinden?

-Bilmem...