Susup susup yuttuğum tüm çığlıklar kırıklarımdan sızıyor, bağrıma bastırdığım tüm hisler kaburgalarımı kırıyor. Omuzlarıma yüklenmiş her kelime kamburumu çıkardı, gözlerimden kanlar akıyor. Dizlerim titriyor, aynaları kırıyorum ama içindeki susmuyor. Arkama bakmadan koşup uzaklaşmam gereken her yere beni boğan gecenin sabahında yeniden dönüyorum. Beni boğan o gecedeyse çividen bir yatak üzerinde uzanıyorum. Gözlerimi kapadığımda yakama yapışan kâbuslara sarılıp uyuyorum. Soğuğunda tir tir titrediğim şehrin sokaklarına kendimden birer parça bırakıyorum. Başımı kaldırıp baktığım göğe kendimi asıyorum, gülümsediğim insanlar katilim oluyor. Şehrin tüm ışıkları sönüyor, saydığım yıldızlar kadar kendimden nefret ediyorum. Kirpiklerimden yaşlar intihar ediyor, yanaklarımdan boynuma jiletler dolanıyor. Dokundukları her yerden katran akıyor, göğsümde damlıyor. Başımı vura vura ağladığım duvarlar üzerime geliyor, başımı vura vura ağladığım duvarlar üzerime gelmeyi bırakmıyor. Açık yaralarım, soyup soyup kanattığım kabuklarım var göğsümde. Göğsümde bir evin yıkılmış duvarları, göğsümde çocukluğumun yaşanamamış anıları, göğsümde yapbozlarımın kayıp parçaları var. Göğsümde içimde kalanların çürümüş kokuları, göğsümde dilimin ucuna gelip gelip geri kaçan kelimeler, göğsümde atamadığım çığlıklar, göğsümde akıtamadığım yaşlar var. Göğsümde akıp giden zaman kadar tabut, göğsümde bir çocuğun mezarı var.