eski bir çınar ayaklanıp göğsünden
gök ile buluşursa
bu münferit söğüt dalını kirletir,
karanfilin bir bakışı.
cürmün kadar ateş bir okyanusu boğar.
kırlangıçlar kaçar bulutlardan
sakatlanan bir at kadar oluruna teslim
güneşe direnemeyen sarı otlar gibi çaresiz
yalnızlıktan dem vuran kıdemli ağaçlar
ağlar şafak vaktinde
elleri kınalı analar da anlar:
kutsaldır toprak.
vazgeçişlerin bir bütünüdür yaşam
rüyalara bile sığınamayan insan,
nerede bulabilir umudunu?
bir kefene sığdırabilecek kadar yaşantım yok
cesedimle hayat vereceğim
ve varlığım bir anlam kazanacak
bulutlar dağıldığında fark edersin yıldızları
yalnızlığını üşütme
muhteris ve yabancı bedenler
lekelemesin varlığını
beyhude olmak başlı başına yarım
gün doğumunun pembemsi suskunluğu
martısız bir kent
cansız maviliğe benzer
ve
tini hissettirir yalancı rüzgarlar
gerçek;
örtbas edilen bir cinayetten fazlası değil
bi' hayli bulanık,
yüzümü sakladığım ayna.
zihnim karışık, ölüm yakın, kelimeler paslı şimdi susmalıyım
çünkü
sessizliğin anlatacak çok şeyi var.
yitiyor işte her şey gibi
geride kalanların naraları
soluksuz kalan yeşillik
göğe küsen göğsüm
imha eder kendisini karanlık sessizlikte
dehlizlerde sıkışıp kalan ruhum
bir gün sana dokunacağım