"Beyaz efendi 'ŞEY' dediğinde kendi eliyle yaptıklarını kasteder. Yani bizde pek bulunmayan insan 'şey'lerini. Beyaz efendinin Büyük Ruh'un yaptığı şeyleri kastetmesi mümkün değildir çünkü. Haydi bakalım, kim daha varlıklıymış. Büyük Ruh'un yaptığı şeylerden kimde bizdekinden daha çok var."

Göğü Delen Adam (papalagi) kitabını okuyorum. Samoa adalarında bir yerli kabile hakim ve şefinin halkına yaptığı konuşmalardan oluşuyor kitap. Evet, kimde balta girmemiş ormanlar, aydınlık yüzlü kumsallar, güvercinler, papağanlar, meyveler, balıklar, midyeler, çiçekler var diyor şef. Büyük Ruh'un zenginliğinden ayrılmayın diyor. "ŞEY"lerin egemenliğine girmeyin demek istiyor.

"Şey"lerin egemenliği. Tam da günümüz toplumunun sorunu. Üstelik şeyler bizi sınıflara bölüyor. Marka çanta, marka ayakkabı gibi ufak tefekten marka koltuk takımı, marka araba gibi geniş bir yelpaze gösterge olarak hayatımızda yerini alıyor. Bu konuda Georges Perec'in "Şeyler" adlı romanı aklıma geliyor. Minimalist akım bir farkındalık yaratıyor elbette ama yetmiyor.

Samoalı şefin vurgu yaptığı konulardan biri de "PARA" Beyaz efendi, Tanrı sevgidir dedi ama gezdim gördüm, tanrıları para diyor. Paranın egemenliği bitebilir mi, parasız bir toplum ütopyası gerçek olabilir mi? Olsun isterim. Ursula L. Guin'in "Mülksüzler" romanı anarşist, parasız bir gezegeni anlatır. Sistemi pek yavan bulmuştum. Ama parasız topluma inanıyorum, inanıyorum da bir cennet düşlemiyorum. Bir okyanus adasında, mevsimsiz bir ılıklıkta, meyveler, balıklar, yan gelip yatmalar, para yok, dert yok, eşya yok, iş yok anlayışı bana göre değil. Çeşit çeşit kültür ürünleri, medya, siyaset, günlük yaşam rutinleri ile medeniyete bağlıyım.

Gene de sorgulamaktan kaçmıyorum. Bir Samoalı şefin medeniyete bakışını ilgiyle okuyorum.