Gökyüzünü uzun uzun seyre daldığı bir yaz günüydü. Bulutsuz bir maviliğin derinliğine düşmüş, bir ressam olsaydı fırçasıyla bir gemi çizme cesareti gösterebileceğini, bir şair olsaydı "Şimdi susmuş olan bu gökyüzünün sağanak boşalan yaz yağmurlarından sana bir damla sakladım." dizesini karalayacağını, onu şiir edebileceğini düşlüyordu. Ne bir ressam ne bir şair, dahası hiçbir şey olamadığı gerçeği bağırıyordu sanki. İsminin önüne aldığı tüm sıfatlardan arınmıştı ve ismini kimsenin sesinde duymadığı temiz bir gündü.

Aralarında geçenin ne olduğunu bilmediği, kısa bir zaman önce noktalanan güzel bir ağzın da dediği gibi "tanıma gelmeyen o varoluş ve her zaman deneyimi olan ama ustalığı olmayan büyük bir acemilik, bu yüzden her yaşta bir toyluk halini" anlamasına yardımcı olacak içinde gezinen o hikayeyi, dışa vurma isteği vardı. İçinden dökülecek olan hatırlayışları için, nereden başlayacağını bilmiyordu.

Uzun süredir aynı rutini tekrarlıyor, masasının başına geçiyor ve yazmak için o can alıcı cümleyi bekliyordu.

Önce ileri geri sallanan, hafif gıcırdayan tahta sandalyesinden doğrularak bir fincan çay içmek için mutfağa doğru ilerledi. İyi bir çay içen olmamasına ve sadece bir bardak içeceğini bilmesine rağmen ocakta birkaç kişiye yetecek büyüklükte demlenmiş çayı hep olurdu.

Çayıyla birlikte balkonun keyfini biraz daha çıkardıktan sonra odasına geri döndü. Kendisine yardımcı olmasını umut ettiği, sevginin sızma halinden kalan bir mendil parçasından tut da kulağına gelip de kalbinde hissettiği cümlelerin yer aldığı orta boy büyüklükte bir kutu içindeki bir yığın döküntüyü, kendiyle birlikte eşelemeye başladı.
Nasıl başlamıştı?