Henüz ateşlenmiş silahın namlusunun sıcaklığını şakaklarında hissederken kendisinden önce kurban edilmişlerin kanındaki yansımada gördüğü, pişmanlıktan başka bir şey değildi. Hayatının bu noktaya geleceğini bilse, hatta hayatının bu şekilde sonlanacağını bilse israf eder miydi kendisine bahşedilmiş olan onlarca saniyeyi? Her zaman kendisinin diğerlerinden farklı olduğunu düşünerek bir zamanlar yerde gölet oluşturmak yerine, ait oldukları damarlarda bir bedene can veren kırmızı sıvıdan ve organlardan ibaret olduğunu umursamadan, ölüm ile vals yaptığının farkında olmadan devam etmişti hayatına ama işte buradaydı! Beethoven’ın parmaklarının okşadığı piyano tuşları kadar özel olamamıştı çünkü hayatının son anına kadar doğuştan özel olduğunu düşünüp bunun için bir adım atmamıştı. Sahi neydi kendisinin bu denli özel olduğunu düşünmesine neden olan şey veya şeyler? Kendisini ne kör etmişti, neyin esiri olmuştu? Annesinin kendisini hep mükemmel görmesi miydi buna neden olan, yoksa özelliklerini taşıdığı burç mu? Ah bir bilseydi cevabını, sadece bilmek yetmeyecekti; yanında hayata tekrardan başlama özelliği de verilmeliydi ki şu an adice son bulmakta olan hayatını gerçekten bambaşka kılabilsin. Gülüyorlar mıdır göktekiler? Alaycı bir şekilde kıvrılmış dudaklarının arasından kendisinin ne kadar basit birisi olduğuna dair kelimeler dökülüyor mudur? Hayatı boyunca hiçbir tanrıya boyun eğmemişti fakat şimdi, şu an Aztekler'in tanrısından İslam'ın tanrısına kadar insanlık boyunca tapılmış olan veya tapınılmakta olan her tanrıya boyun eğmeye razıydı, yeter ki bu şekilde yok olmasındı! Ama ya onun suçu değilse hayatının bu şekilde heba edilmesi? Sonuçta daha o ilk nefesiyle ciğerlerini doldurmadan hayatı hakkında atıp tutmaya başlamış insanlar vardı. Minicik ayaklarının toprak ana ile ilk buluşmasında bile hiç tanımadığı insanlar onun mesleğine karar vermişlerdi, bu durumda tanrılar suçlu olmaz mıydı? Resmen insanları yaşamaları için değil de kendilerini eğlendirecek bir tiyatro oyunu sergilemek için dünya denilen sahneye koymuşlarken ne diye kendisini suçlamaya devam etsindi ki? Evet, kesinlikle tanrılar suçluydu ve onun heba edilmiş hayatından onlar sorumluydu. Bu yüzden son kez ciğerlerini doldurabiliyorken zihnini lekelemeye hiç niyeti yoktu.
Namlunun ucu vücudu ile aynı ısıya ulaşmıştı sonunda ya da döktüğü ter damlacıkları namluyu yıkadığı için şakaklarını yakacak kadar sıcak değildi artık. Gerçi dünyadaki varlığını bir silgi misali silecek olan mermi ateşlendiği zaman yine ısınacaktı o namlu ve yakmak için yeni şakaklar arayacaktı kendisine. Acaba önceki kurbanlar da hayatlarını kendisi gibi boşa geçirdiklerini düşünmüşler miydi yoksa tanrıların insanlar üzerinde oynadıkları ‘rol biçme’ oyununda gözde olanları kazanan şanslılardan mı olmuşlardı? Bu soruyu da cevabını artık öğrenemeyeceği soruların oluşturduğu pembe klasöre yerleştirmesi son anları için daha makul olurdu fakat zihni hayatı boyunca çalıştığından daha çok çalışmak istercesine bu ve buna benzer her soruyu önüne koyuyordu. Hiç yarım bıraktığı bir işi kalmış mıydı acaba? Elbette yarım bıraktığı işler olmuştu, sonuçta dünyadaki son anı için hazırlık yapmıyordu ki. Bu yüzden hayalet olarak geri gelirse gerçekten hayal kırıklığına uğrardı, son anında bile rahat yokken mezarında rahatça uyumayı hak ediyordu. Gözlerini insanların her zaman kutsalların ikamet ettiklerini düşündüğü gökyüzüne kaldırdı, son kez dahi olsa isyankar bir şekilde göktekilere bakmak istiyordu ama tabii ki alaycı bir tavırla baktıkları yetmezmiş gibi, artık bundan emindi çünkü zihnini bu düşüncelerle dolduranlar onlardı, şimdi de kendilerini göremesin diye betondan bir duvar örmüşlerdi araya. İçini dolduran siniri kenara koymaya çalışsa da yapılan bu haksızlığı kendisine yediremiyordu. Daha yapmayı planladığı onca şey varken ölümün uzun kollarına itilmek çok ağrına gidiyordu. Zihninin her zamankinden daha çok tıkırdayıp ruhuna acı çektirmek istediğini belli etmesi yetmezmiş gibi şimdi de tüm arkadaşlarının tattığı aşk duygusunu dahi tadamadan göçüp gideceği ile dolduruyordu düşüncelerini. Bu düşünce belki de diğerlerinden daha ağır gelmişti kendisine. Göğsünün tam ortasına bacak bacak üstüne atarak oturmuş olan tonlarca ağırlıktaki düşünceye boyun eğercesine yerdeki kurumaya başlamış küçük kan göledine indirdi gözlerini. Artık önceki gibi net bir şekilde görünmeyen yansımasına dikmişken gözlerini, bir arkadaşının aşk acısının dünyadaki en büyük acılardan olduğunu söylediğini anımsadı. Dudaklarının kenarları istemsizce yukarıya kıvrıldı, hafifçe iç çekerken ise aşık olmadan hayatının son bulmasının daha büyük bir acı olduğuna karar verdi. Tanrıların eşek şakalarına düşkün oldukları herhangi dini bir kitapta yazıyor muydu acaba? Yazıyorduysa da insanlar buna nasıl göz yumup hala onlara boyun eğebiliyorlardı? Belki de insanlar son anlarında fark ediyorlardır tanrıların oyunlarını çünkü insan öleceğini anlayınca olduğundan daha mantıklı ve zeki olabiliyormuş ya da tam tersi; daha korkak ve stresli.
Hala kendisini öldürmeye tenezzül etmemiş olan kişiye çevirdi kafasını. Onun da en az kendisi kadar gergin olduğunu görünce şaşırdı. Onun yerinde olsaydı eğer nasıl bir ruh haline bürünürdü acaba? Birçok insanın ölüm meleği olacak olma düşüncesi en az kurban olma düşüncesi kadar ağır mıdır? Kabzayı kavramış olan elleri silahın ağırlığı altında ezilirken titrer miydi? Şu durumda ne önemi vardı ki; kendisi kurban, o ise hayatına son noktayı koyacak kişiydi. Ömrünün çoğunda olduğu gibi yine birileri hayatını derinden etkileyecek o hamleyi kendisinin izni olmadan yapıyordu fakat bu seferki sonuncusuydu. Kaç dakikadır silahın namlusu kendisine doğrulmuş şekilde ölümü beklediğini bilmiyordu. Çevredeki sesler ilk saniyeden itibaren boğuk boğuk gelmeye başlamıştı, bir müddet sonra ise artık kulaklarına ulaşmalarına engel olan düşünce bulutları ile çevrelenmişti zaten. Bu bulutların kimisi bir pamuk şeker misali pespembe iken, kimisi bebek mavisi kimisi ise koyu griydi. Bulutların hepsini tek tek incelemeye çalışırken sanırım çokça bahsedilen ölmeden önce film sahnesi gibi anıları görme durumu buydu, ilk şarap içtiği günün bulutuyla göz göze geldi. Şarabın adını hatırlamıyordu fakat dilinde bıraktığı hissiyatı ve ekşimsi tat ile birlikte kokusunu sanki daha birkaç saniye önce şarabı yudumlamışçasına hatırlıyordu. O gün gerçekten bir şeyler hissettiği nadir anlardan birisini, şarabın alışık olmadığı ekşimsi tadıyla yüzünü buruştururken yaşamıştı. En sevdiği içki değildi şarap, hatta bara gittiği çoğu zaman şarap içmezdi fakat şu an yine ucuz bir şarabı yudumlama isteği uyanmıştı içinde, sanırım bu da insanların dilinden düşüremediği ‘değeri kaybedince anlaşılır’ durumuydu. Başka bir bulut çarptı gözüne; bu bulut kendisinden önceki gibi pembe tonlarında değildi, tam tersine grinin en koyu tonlarındaydı. İçinde taşıdığı anıyı hatırlatıp, görevini başarılı bir şekilde tamamlayıp kendisinden sonra gelecek olan buluta yerini vermek adına ileriye doğru süzülmeye başladı. Yeni bulut yerini alırken ‘buna mı bu kadar çok üzülmüşüm’ diye kendisiyle dalga geçti.
Silahın yaptığı baskıyla düşünce bulutları yerini gerçekliğe bıraktı. Etraftaki hareketliliğin artmış olmasını Azrail’in de sahneye giriş yaptığına ve kendisine biçilen rolü kusursuz bir şekilde oynamanın heyecanıyla dolu olduğuna yorumladı. Kaç dakikası kalmıştı, bilmiyordu fakat fazla olduğunu da düşünmüyordu. Silahın varlığını daha çok hissediyor olmak damarlarında sakince akmakta olan kanı adrenalin ile doldurmuştu. Canı çok acır mıydı acaba? Elini ufak da olsa kestiğinde dahi tüm bedeni acıyla kıvranacak kadar zayıf bir insandı, mermi kafasının içinde rahatça yol almak için beynini Musa misali yararken kim bilir nasıl yanacaktı canı. Silahın sürgüsünün çekilme sesi kulaklarını doldurunca son kez olduğunun artık farkında olarak derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Hayatına son noktayı koyacak el, emniyeti indirip tetiği çekerken tüm bunların bir rüya olması ve gözlerini açtığında sıcacık evinde yatağında uzanıyor olması için aklına gelen her yüce varlığa dua etmeye başladı fakat silahın ateşlendiğini gösteren ses, bedeni yere düşerken kendisine ve çevresine gerçekliğin ne olduğunu adeta haykırdı. Kafasını zemine sertçe çarpması dahi canını yakmamıştı.