Çok dağları aştım, çok cam kenarlarında oturdum. Hiçbirinin verdiği heyecan seni ilk görüşümdeki heyecanın yerini tutmayınca oturup şapkamı önüme koydum; neydi bu yaşadığım, ben bunu nereye koymalıydım, ben bunu nereden almıştım?

Nerede alıştım seni sevmeye? Yollarda geçen ömrümün neresine sığdırdım seni?

Merak etmiyor musun hiç bunları; seni nasıl sevdiğimi, sana nasıl baktığımı hiç düşünmüyor musun başını yastığa koyduğunda? Çok soru sordum fakat çok cevap aramıyorum, hepsinin cevabı ortak bir cümleye bakıyor. Yetiyor senden duyduğum ufacık bir ses, yeter senden duysam sevginin zerresini.

Hayatın neresindeyim bilmiyorum ama burada seninle olmak güzel, burada seni düşünmek -ki bazı bazı acı verir bu- güzel. Milyon tane de çeşidi varmış sevginin, bir gül dalıymış sevgi, bir sürü yaprağı olan, bir gülün dikenlerinde seninle karşılaşmak bizi ancak tutuşursak kavuştururmuş goncamıza. Kavuşur muyuz, ne dersin?

Ah neler dersin...

İyisiyle kötüsüyle cebimde taşıyacağım, kulağımda çınlayacağın neler dersin de duyurmazsın bilirim.

Duyurmasan da eğer söyleme isteği sararsa seni bir gece hissettir, ben seninle uyandığım sabahları iyi bilirim, ben o sabaha öyle uyanırım.