Tahlil yaptırmak için hastaneye gittiğimde yaşlı bir teyze çekti dikkatimi. Beli hafifçe kamburlaşmış, yaşlılıktan mı yoksa üzüntüden mi bilmem ama bedeni küçücük kalmıştı. Elleri elektrik akımına kapılmış gibi titriyordu. Karşısındaki muayene odasına bakan gözleri, kabre koyduğu sevdiğine son defa bakan bir sevgili gibi dolu doluydu. Gözlerinden akan yaş yüzündeki çizgilerin arasına dolmuş, oradan boynuna doğru süzülüyordu. Yanında oturan hanım ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi teyzenin ellerini ellerinin arasına almış, titremesini azaltmak istermiş gibi sımsıkı tutuyordu. Endişe ile yanlarına yaklaştığımda yanındaki hanım, sanki artık bir şey söylemesi gerektiğine karar vermiş gibi söze girişti. Sağ kolunu teyzenin omzuna doğru uzattı ve hafifçe kendine çekerek, “Teyzeciğim birazcık da olsa sakinleşebildin mi?” dedi. Teyze de, yanındaki hanımı daha fazla üzmek istemiyormuş gibi yutkundu ve “Daha iyiyim hanım kızım, merak etme” diyerek başını hafifçe salladı. Sesindeki hüznü silmek istermiş gibi hafifçe öksürerek boğazını temizledi ve sözüne devam etti.
-Tamam hanım kızım, iyiyim dedim ya; hadi meraklanma artık!
-Tamam da teyzeciğim, beni çok korkuttun. Sana bir şey oluyor sandım.
-Bana olan olmuş kızım, daha ne olsun. Yaşım gelmiş yetmiş sekize; bir ayağım çukura girmiş. Bundan sonra yüzüm güler mi sanıyorsun?
-Öyle demesene teyze! Bak hala nefes alıyoruz; Allah’tan ümit kesilir mi hiç?
-Ümidimi Allah’tan kesmedim ki kızım; insanlardan kestim. Yalnız doğduğumuz ve yalnız öleceğimiz şu fani dünyadan çok şey istemedim ki ben!
Teyze bu kelimeleri söyler söylemez tekrar ağlamaya başladı. Artık kendini tutmak istemiyor gibiydi. Yanındaki hanım ne yapacağını şaşırmış, telaşlı bir şekilde etrafına bakınıyordu. Yanlarından gelip, geçenler de aynı telaşlı bakışları ikisine çevirmişlerdi. Kendilerine yöneltilen bakışları gördüğünde hanım; teyzeyi ağlatan sanki kendisiymiş gibi mahcup bir tavır takındı. Sonra tekrar söze girişti. Teyzeye dönerek, “Teyzeciğim, derdini söylemeyen derman bulamazmış” dedi. Dedi demesine ama teyzenin dermanının kendinde olmadığını da biliyormuş gibi, başını da çaresiz bir şekilde öne eğdi. Teyze, “Sağol kızım, ama senin elinden bir şey gelmez. Sen bu yaşlı kadının sulu gözlülüğüne bakma; yaşlılık işte!” dedi. Yaşlılığın verdiği sulu gözlülük olmadığının; teyze de, hanım da, ben de farkındaydık halbuki. Ama bazen, derini eşerek su bulamazsınız; kör bir kuyu da oluşturabilirsiniz. O yüzden teyzenin yanındaki hanım derin ve eşmeye çekindiği bir sessizliğe gömülmüş gibi hareketsiz kaldı. Herhalde öylece durması içine dokunmuş olacak ki tekrar konuşmaya başladı. Ama bu sefer sesinde meraklı bir ifade de belirmişti. “Seni kim üzdü teyzeciğim” diye sordu aniden. Teyze ağlarken önüne eğdiği başını karşısında bulunan doktorun odasına doğru kaldırdı ve başıyla odayı işaret etti. “Okutup büyütülen, emek verilen, vatanına milletine hayırlı olsunlar diye ailelerin kendilerinden ödünler verdiği doktorlarımızın başka ülkelere göçmek zorunda bırakılmalarına üzülüyorum” dedi. Yanındaki hanımın merakının daha da arttığı hareketlerinden belli oluyordu.
“Evet teyzeciğim, gerçekten de çok üzücü ve endişe verici bir durum” diyerek teyzeyi tasdikledi. Tasdikledi tasdiklemesine ama daha da büyük bir merakla teyzeye, “Teyzeciğim tamam, seni anlıyorum gerçekten çok can sıkıcı bir durum ama yaşın başın var; acaba bu kadar üzmesen mi kendini” dedi. Cümlesi bir telkinden çok, neden bu kadar üzüldüğünü anlayamadığını belirtir gibiydi. Hanım bunları söyledi ve birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra da, “Hepimiz bu yaşanılanlara çok üzülüyoruz. Ailelerin emeklerine yazık, tıp okurken onca sene ailelerinden ayrı kalıyorlar doktorlara yazık; vatanımız okumuş, bilgili insanlarını tek tek kaybediyor milletimize yazık. Yazık ama bak, bambaşka bir nesil de ardından yetişiyor. Onlar da okuyacaklar, doktor olacaklar, hakim olacaklar, mühendis olacaklar; değil mi? Bizim damarlarımızda bu kan aktığı sürece ümitsizliğe düşmek bizlere yakışmaz. Hadi şimdi silelim şu gözlerinden akan yaşları, daha güzel şeyler konuşalım ne dersin?” dedi ve lafı değiştirmek için başka bir cümleye atladı. “Nerede oturuyorsun teyzeciğim? Hastaneye tek başına mı geldin?” dedi. Teyze, “Oğlum getirdi kızım. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmadı sağolsun.” dedi, dedi ama cümlesine sessizce bir ekleme yaptı. “Ta ki bu zamana kadar!” Hanım, teyzenin yüzüne daha da dikkatli bakmaya başladı. Yüzünün ifadesinden ne demek istediğini anlamak ister gibiydi. Anlayamamış olacak ki; teyzenin son cümlesini, kendi sorusuna evriltip teyzeye yöneltti. “Ta ki bu zamana kadar derken, ne demek istedin teyzeciğim? Seni hastaneye oğlunun getirdiğini söylemiştin şimdi nerede; hani? Yoksa seni bırakıp gitti mi?” diye sordu. “Gitmedi, içeride!” diyerek, başı ile doktorun odasını işaret etti. Hanım, “Ah teyze, bir an korkuttun beni. Oğlun seni burada tek başına bırakıp gitti diye çok endişelendim. İçerideymiş; desene!” “Şimdi içeride ama ya sonra? Göçüp gittiğinde ben ne yapacağım?” diyerek, acı dolu bir ses tonuyla lafını kesti hanımın. Hanımın yüzünde ‘Eyvah!’ dercesine bir ifade belirdi ve endişe ile “Teyzeciğim ne olursun kusuruma bakma; cahilliğime ver. İnan ki düşünemedim. Oğlun çok mu hasta? Kalbinden mi rahatsız? Ameliyat falan da mı olamıyor? Çaresi yok mu? Başka evladın da mı yok?” diye bir sürü soru sıraladı hiç nefes almadan. Teyze, hanımın sorduğu sorulara, “Tek bir evladım var. Babası ile ben kardeşi olsun çok istemiştik ama Allah nasip etmedi. Biz de varımızı yoğumuzu oğlumuza adadık. Eşim de, ben de ilkokuldan sonra okutulmamıştık. Oğlumuzun okuyup, koca adam olmasını çok istedik. Bizler orta halli ailelerdik kızım, zar zor okuttuk inan ki! Ama sakın yanlış anlama; asla pişman değilim. İyi ki de okutmuşuz; çok başarılı oldu. Onun başarıları, bizim gururumuz oldu. Kendimiz tahsil yapmışız gibi biz de onunla birlikte güçlendik, filizlendik. Eşimi geçen sene kaybettik. Oğlumun kucağında vefat etti babası. Önceleri çok ağladık. Ama sonra eşimin bir cümlesi geldi aklıma, ‘Hanım’ demişti bana, ‘Bugün ölüp gitsem asla gözüm arkada kalmaz. Seni, ektiğimiz fidanın gölgesine emanet ettiğimi bilmenin huzuru var içimde’ Oğluma da babasıyla aramızda geçen bu konuşmayı anlatmıştım ve sarılıp son kez ağlamıştık babasının ardından. O gün, bu gündür babasının huzur içinde uyuduğunu bilmenin rahatlığı vardı üzerimde. Şimdi ise beni emanet ettiği fidanı da göçüp gidiyor. Ben kimin gölgesinde dinleneceğim?” demesiyle hanım da, ben de ağlamaya başladık. Hanımın çocuğu var mıydı bilmem ama benim iki tane evladım vardı. Teyzenin sözcükleri kalbime bir ok gibi saplanmıştı. ‘Ya benim çocuklarım da göçüp giderse ben ne yaparım’ diye düşündüğüm anda bir ihtimale ağladığımı fark ettim. ‘İhtimali bile beni bu kadar derinden yaraladıysa, teyzenin kalbi ne haldedir’ diye düşündüğümde; boğazımı sıkan, nefesimi kesen o duyguyla baş edemeyeceğimi anladım. Gözlerim karardı; uğultuların arasında sadece teyzenin sesini ayırt edebiliyordum. “Açılın da, biraz hava alsın çocuk” diyordu. Gözümü açtığımda kendimi doktorun odasında buldum. Teyze de benimle birlikte doktorun odasındaydı. “Emin misin evladım? İyileşecek değil mi?” diye soruyordu doktora. “Müdehale ettim, sen de gördün; bir şeyi yok; şimdi iyi! Kalp spazmı geçirdi ama iyi olacak. Endişelenme artık!” diyerek, teyzeyi sakinleştirmeye çalışıyordu. “Hastanedeki son gününde yine birinin imdadına yetiştin ya; Allah senden razı olsun evladım” dedi teyze, doktora. “Bu vatan, bu millet sizlere çok şey borçlu. Umarım birgün kıymetiniz bilinir yavrum” diye de temennide bulundu. “Bizim kıymetimizi bilen bilir anacığım, sen üzülme!” diye cevap verdi doktor. “Bu ülkede her bireyin kendine has ayrı bir kıymeti vardır. Hepimiz bir bütün, hepimiz birbirimizi tamamlayıcıyız. Ne bir doktor, sanayide çalışan bir ustadan daha kıymetli; ne de bir çöp toplayan, bir mühendisten aşağı… Önemli olan insana verilen kıymettir. İnsana, insan olduğu için değer verilmelidir. Birkaç kendini bilmezin ülkemizdeki varlığı dengelerimizi bozmuş olsa da, bu böyle gelmiş böyle de gidecek mi sanıyorsun? Elbette değişecek, elbette hak edene hakkı ne ise teslim edilecek. İşte o zaman bizler hep birlikte daha da güçleneceğiz.” diye de ekleme yaptı sözlerine. Teyze biraz kırgın, biraz da mahcup bir halle gözlerini doktora çevirdi ve “Madem bugünlerin geçeceğini biliyorsun; ülkeni, beni neden bırakıp başka ülkeye göçüyorsun yavrum” dedi. Ülkemin, değerli bir insanı; bir ananın da tek evladını kaybettiğini işte o anda anladım. “Geri geleceğim anacığım” dedi. “Ama şimdi gitmem lazım. Halimizi görüyorsun. Ne insan olarak kıymetimiz var, ne de hekim olarak… Hak ettiğimizi alamadan; hergün darp, şiddet ve tehditler altında nereye kadar dayanabiliriz ki? Benim ülkemi bırakıp, seni bırakıp; bildiğim, tanıdığım insanları bırakıp gitmek istediğimi mi sanıyorsun? Ama mecburum; görüyorsun! Hastaneden her döndüğümde korku ve endişe ile beni camlarda beklediğinin farkında değil miyim sanıyorsun? İnsanca yaşamak bu mu? Senle, babam beni okutabilmek için ne uğraşlar verdiniz ben bilmiyor muyum? Hiç karşılık beklemeden, kendinizden bu kadar vermişken bu ülke için; görmeniz gereken muamele bu mu olmalıydı? Evlatlarınıza, kardeşlerinize, sevdiklerinize sahip çıkmayan bir anlayış! Bu bizlere yapılmış bir hakaret değil; bu, vatanına evladından çok daha fazla kıymet veren ana babalara yapılmış bir hakaret! Ben anama babama hakaret eden bir zihniyetin yaşadığı ülkede ne yaşamak istiyorum, ne de anamı burada bırakıp gitmek istiyorum. Gideyim en kısa zamanda seni de yanıma alacağım anacığım. Ülkemiz bu zihniyetten arındığı zaman, geri döneceğimize de emin olabilirsin.” dedi ellerini sıkarak. Teyze evladının yumruk yaptığı ellerini tuttu ve ellerinin içine aldı. Sıktığı parmaklarını yavaşça açtı önce, sonra da eğilerek evladının avuç içlerini öptü. “Sen her zaman en doğru kararları verdin yavrum. Bizim başımızı hiçbir zaman öne eğmedin. Bu kararının da senin için en hayırlısı olduğuna eminim. Ama ben yaşlandım oğlum. Ne senin ardından başka ülkeye gelebilirim, ne de dönecek olursan burada seni bekliyor olacağımın sözünü verebilirim. Kim nerede olacak, ne halde olacak onu ben bilemem; Allah bilir. Benim tek bildiğim; bir anayı evladından ayrılmak zorunda bırakan, ‘gitme’ bile dedirtemeyen zihniyetin belasını istediğimdir. Git yavrum; sakın arkana bile bakma! Ama tek bir şartım var; ben seni bekliyor olayım ya da olmayım, mutlaka ülkene geri dön. Bu ülkenin senin gibi hayırlı evlatlara ihtiyacı var. Birkaç ne idiği belirsiz insanın seni vatanına hasret bırakmasına izin verme! Dön, mutlaka geri dön! Döndüğünde aydınlık bir ülke seni bekliyor olacak. Ülkenden vazgeçer de, ümidini kesersen eğer hakkım sana helal değildir bilesin.” demesiyle, doktorun ağlayarak annesine sarılması bir oldu. Bir anne ile oğlun vedalaşması anca bu kadar gurur yüklü olabilirdi.