Kısacık duraklar arasında hop oturup hop kalkarak neredeyse hiç kesilmeyen anonslarla ilerleyen elektrikli tramvay, bu şehre karşı üstünlüğünü sergileyen narasıyla trafiği tam ortadan ikiye ayırarak geçiyor. Son durağa geldiğinizde içeri giren aracı boşaltmakla görevli insanın telaşı sizi de etkisi altına alıyor ve herkesle birlikte en yakın kapıyı zorluyorsunuz. Dışarıdan gelen yoğun ışık kömür kokusuyla birleşiyor, hatta bu kokuya kendinizi çok kaptırırsanız; ışık kirpiklerinizin arasında dallarına ayrılıp siyahlaşarak kristalleşebiliyor. Her birimiz bu kokunun tramvaydan kaynaklanmadığını bildiğimiz halde, o tramvaya eski bir trenin manidar hüznünü yüklüyoruz. Belki atalarının boğuk nefesini terk ettiği için, belki de burukluğumuzu camından takip edemeyeceğimiz; tam o burukluğu unutup kendimizi akışa kaptırdığımız bir anda durup kurtulduğumuzu sandığımız o hissi hatırlattığı için kızgınız ona. Ancak çoğumuz nostaljinin garip büyüsüne kapıldığımız için olacak; hiç yaşamadığımız hislerin, hiç görmediğimiz trenlerin hasretini duyuyoruz. Sanki milyonlarca yıl sonraki durumunu müjdeleyen mat parlaklığıyla, ışığı yansıtan kömür kristallerinin gözümüzü yaktığı daha mutlu bir gün arıyoruz.