Yaz sıcağı. Serinletmeyen nemli rüzgar. Kesme taşlardan genişçe avlu. Sessiz ama yoğun kalabalık.


Tombul yanaklarından inen teri sildi. Kafası öne eğik, hafif çekik gözlerini sağa sola oynattı. İzleyen var mı? Boş ver. Göz teması kurma riskini almaya gerek yok. Yine de şöyle bir etrafa bakayım derken, tüh! İşte, kalabalık içinden bir başkası daha geliyor. Lanet… Uzaktayken hızlı ve neredeyse neşeli diyebileceği adımları, kendisine yaklaştıkça ağırlaşıyor, üstüne yılışık bir hüzün pelerini geçiriyor. Sonlara doğru ayaklarını sürüyor. Bir tren gibi tıslayarak duruyor. Konuşacak.


-Çok erken, çok.

-Evet.

-Siz de oldukça yakındınız ona, acınızı tahmin edebiliyorum.

-…

-Başınız sağ olsun. Sizden hep iyi bahsederdi.

-…

-“Çok insancıldır, çok yufkadır yüreği” derdi sizin için.

-…

-Tekrar başınız sağ olsun. Ayakta yorulursanız buyurun çardağa gelin. Çay da var dilerseniz.

-Teşekkürler, ben iyiyim burada.


İyi değil ama ağzından çıktı bir kere. İyi olduğunu düşünmeleri terletti bu sefer. “Yufka yürekli miyim gerçekten?” “Öyleyim demek ki.” “Öyle olsa bu halde olmazdım.” “O bunu hak etmiyor. Benim gibi arkadaş olmaz olsun.” Koltuk altlarındaki ıslak alan büyüyor. Avuç içleri bir şeyi doğru düzgün kavrayamayacak kadar nemli. Terleten düşünceleri kovmak için başka düşünceler çağırıyor. Saldırı en iyi savunmadır derler. Bunu mu hatırladı? Benim sözüm müydü bu? “Çay da varmış! Peh! Sokayım çayınıza, çardağınıza. Sokayım derdinize!”


Üzülüyor. İçinde bir yerlerde. Eve gittiğinde daha çok üzülecek. Akşam olduğunda. Artık onu teselli edecek kadar uyanık kimse kalmadığında. Evdeki son ses kaybolduğunda. Mutfağa yürüyecek, rakıyı, beyaz leblebiyi, buzluktan buz kalıbını alacak, içinden çıkartırken üç dört tanesini lavaboya, birini yere düşürecek.


Terasa mı çıkacak içmeye, yoksa içeride mi, mesela mutfakta mı içecek? Teras değil. Hatırası çok. Çıkası yok bundan dolayı. Mutfakta sigaraya müsaade var, orada içecek. Birinci dublenin sonlarına doğru ağlamaya başlayacak. Önce sessiz, sonra hıçkırarak ama bağırıp çağırmadan. Tutacak kendini olabildiğince. Üçüncü dublede belki. Üçüncü dublede kesin. Meltem ne zaman gelecek içeriden? Sorsan hıçkırığa değil, dumana uyanacak, yangın dedektörü gibi. Meltem gelecek, sabahlığının önünü mutfakta bağlayacak, “Kaç duble oldu?” diyecek. O cevap vermeyince rakı şişesine bakacak, tahmin etmeye çalışacak. Sonra ikilemde kalacak; kızsa mı kızmasa mı?


Kızmayacak. Bugün olmaz. İlk günden beri kızıyor zaten. Onunla tanıştıkları ilk günden beri. Sonra ekibi büyütüyor, benimle tanıştığı günden beri, bana ve ona. Olsun, biz çok seviyoruz onu. Bize akıllı birileri lazım. Ona da çocuk lazım belki. İçeride yatan koca ergenden önce bizi evlat edindi, sağ olsun. Bu akşam sineye çekecek, sert lafları sabaha bırakacak. Bu gece ağlamayacak ama onun ağlamasına da bir laf etmeyecek.


Her zaman bizden daha hazırdı Meltem. Mutluluğa da, hüzne de, acıya da… Biz el yordamıyla yaşadık, o elleriyle hazırladı kendini ve bizi. Bizim üzerimizde, biz ne kadar hazırlanmaya niyetliysek, o kadar başarılı oldu.


Mutfak masasında dördüncü dublede sızacak. Sızarken artık suya dönmüş buz kasesini devirecek. Neyse ki plastik, kırılan bir şey yok. Şöyle bir siliyor Meltem yerleri, sesleniyor uyansın diye, taşıyamaz çünkü. Gözlerini açıyor, Meltem’in kolunda yatak odasına yürüyor. Karaya oturan bir şilep gibi devriliyor yatağa. Tam sızarken bir cümle çıkıyor, leblebinin kuruttuğu ve ağarttığı rakı kokan ağzından.


-Görmüşler midir?

-Neyi?


Cevap vermekte tereddüt ediyor ama Meltem var karşısında, başkası değil. Onun karısı, benim arkadaşım. Annemiz. İçeride yatan ergenin öz, bizim üvey…


Kafasını duvardan yana çevirip, yastığa üstünkörü yerleştiriyor. Son bir güçle, fısıltıya yakın, rakının yanında pişmanlık ve çocukluk kokusuyla: “Görmüşler midir ağlamadığımı?”


“Görmediler, görmediler, korkma.” deyiverdim.


Onun da, Meltem’in de beni duyduklarına yemin edebilirdim. Yoksa Meltem de söylerdi aynısını, kocasını teselli etmek için. Söylemediğine göre…


İkisinin gülümsediklerini görünce rahatladım. Beni bekleyenlere “Bakın, ağladı işte, şimdi siktir olun gidin!” diyerek odayı terk ettim.