Onca kalabalık arasında kendimle kalmayı seçtiğim bir gündü. Bütün o hızlı hayata, hızlı insanlara rağmen o koşuşturmacadan soyutlanıp yavaş yavaş bıraktım bedenimi. Şöyle bir bakınca ne kadar çok zamanla yarışmıştım. Ben zamanla yarıştıkça o hep almış götürmüş benden bir şeyleri. İnsanları, sevgimi, aşkımı, hayatımı. Üstelik geri de vermemiş. Sözde aşkın tanımlarınca uyan bir aşka düşmüştüm. İçine kendi tanımlarımı katınca uyumsuz olmuş. Aşkta zamanla yarışmanın anlamı yoktu. Her nasıl olsa yavaş yavaş öldürecekti seni. Her nasılsa bitecekti. Ve sanmak. Bugün de olduğu gibi hiçbir şey sandığım gibi değildi. Su aslında mavi değildi. İnsanlar tanıdığın gibi kalmazdı. Kalsalar değişirlerdi. Ya da aslında hiç tanıyamazdın. Tavuklar aslında uçamazlardı. Sihirbazlık aslında gerçek değildi. Ve ben... Görünen gerçekliğin arkasında kalan biri. Ben aslında yaşamıyordum. Geçmişini kırık bir vazonun içinde parçalayıp yerine yapıştırmaktan başka geleceğe direnmenin yolunu bulamadım. Akış benden bağımsız bir şekilde akıyordu da ben bağımsızlığımı ilan edebilecek bir bakış atamadım hayata. Bundandır esirliğim.