Bu sabah işe ilk gelen o olmuştu. Masasına oturmuş etrafı seyretmeye başlamıştı. Aslında çok şey vardı aklında. Son zamanlar onun için zor geçmişti. Anlaşılamamanın verdiği ufak hüzünleri vardı. Çaresini aramasına rağmen belki de ilk kez oturup düşünmekten başka fikirlerinden kaçış yolu yoktu. Aslında üzüldüğü şeyleri düşünmemek için oturup başka şeyleri düşünmekte çoğu zaman asıl şeyi düşünmeme konusunda başarılıydı. En azından aklına sık sık getirip kendini üzmemiş oluyordu. Farkında olmadan etrafa boş boş bakışlar atarken birden çok yakınından gelen sesle irkildi. Patronu ismini söyleyerek onu dinleyip dinlemediğini kontrol ediyordu. Sadece ses yetmemiş olacak elini de bir ileri bir geri hareket ettirmeye başlamıştı. Süreyya fark ettiğinde çok uzun bir süre patronu o şekilde kalmak zorunda kalmıştı. Bugün için yapması gerekenler anlatılmıştı. İşini her zaman çok ciddiye alıyordu. Çünkü kadınların yeni yeni sosyal hayata karıştığı bir dönemde herkese kanıtlamaya çalıştığı yargıları vardı. Yeni haberini yapabilmek için patronu onu şehir merkezinden uzak bir bölgeye göndermek üzere görevlendirmişti. Çoğu zaman haber yazıları yazarak başladığı işinde şu an görüşme yapabilen bir konuma gelebilmişti. Olduğu yere gelebilmek için büyük emek sarf etmişti. Yeni haberi için yarın yola çıkacaktı. Tüm programı bugünden hazırlayan biri olarak her şey onun istediği gibi olmalıydı. Zaten tek başına gitmiyordu. Tek başına tüm bunları yapması çok zor olurdu. Yanına bir kişi daha görevlendirilmişti. Yeni biriydi. Kemal Ali. İşe gidip gelirken son zamanlarda fark ettiği genç çocuk olmalıydı.
Sabahın erken ışığındaki o parıltıların içindeki turunculukla beraber yola çıkmışlardı. Kemal ılımlı ve sakin biriydi. Süreyya’nın dediklerinden çıkmamış onun sözlerini yerine getirmişti. Kısa bir yolculuktan sonra bir çiftliğin yanında durdular. Gezip görecekleri yer burasıydı. Terk edildiği en uzak noktadan bile belli olan bu çiftlik Kurtuluş Savaşı sırasında kullanılan bir sığınak olduğu söyleniyordu. Savaş esnasında bu yerin kullanıldığı halk arasında yayılınca savaştan onlarca yıl sonra bu çiftlik değere binmiş insanlar konuşur hale gelmişti. Kulaktan kulağa yayılan dedikodulara göre çiftliğin içinde hala eşyalar vardı. Tarihi ve değerli olmasından dolayı insanların konuşmalarından sonra çiftliği bilmeyen kalmamıştı. Hatta bazı günler sadece uzaktan bakabilmek için insanların çiftliğe gelip içeriyi görmeye çalıştıklarını duymuştu Süreyya. Tabii ilgi çeken her şeyin haber değeri de var demekti. Planlarına göre kısa bir yazı yazacaklar, daha çok fotoğraflarla tasvir etmeye çalışacaklardı. Böylece hem yazıları daha çok okunacak hem de insanların çiftlik hakkında merak ettiği şeyleri onlara göstermiş olacaklardı. Onları çiftliğin kapısında bir görevli karşıladı. Görevli dendiğine bakmamalı orta yaşlarını yeni geçmiş bir adam vardı karşılarında. Sakalları yeni beyazlamaya başlamıştı. Yüzündeki çizgiler sanki insana bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Yılların ona getirdikleri ve yılların ondan götürdükleri bir şekilde belli oluyordu. Çok mutlu birine benzemiyordu hiç. Zaten mutlu insanların yüzünde o çizgi görünmezdi genelde. Bunları düşünürken adam çoktan lafa girmişti bile.
-Hoş geldiniz hoş geldiniz. Dün patronunuzdan bir mektup aldım. Bugün geleceğinizi önceden haber ettiği için minnettarım o hanımefendiye… ben bu çiftliğe yakın bir yerde yaşıyorum. E sahipsiz olunca bir yer… Beni de bu eski harabeye bakmak için görevlendirdiler. 50 yıl çok uzun bir zaman. Bu çiftlikte 50 yıldır burada kimsesiz bekledi. Gel gelelim son zamanlarda insanlar konuşmaya başladılar. Engelleyemezsin ki. Hiç insan görmezdim… Şimdi ise sadece dışarıdan görebilmek için evini işini bırakıp gelen var. Allahtan ben varım da içeriye giren olmadı daha. Öyle koruyorum yani… Canım pahasına.
Adam hala cümlelerini hafif cızırtılı sesiyle söylemeye devam ediyordu. Kemal ve Süreyya sonunun gelmeyeceğini anladıklarında araya girmek zorunda kalmışlardı.
- Ne zaman başlarız içeriyi gezmeye. Ne kadar alır vaktimizi? Ona göre ayarlayalım işlerimizi.
Adam sözünün kesilmesinden hoşnutsuz olmuştu çoktan. Uzun süredir insan görmüyordu. Her gördüğü insan onun için sohbet etme fırsatı demekti.
-İsterseniz hemen şu an diye cevap vermişti.
Süreyya ve Kemal birbirlerinden onay almak istercesine uzun bir bakış atmışlardı birbirlerine. Çiftlik hakkında söylentiler onların kulağına da gitmişti. Ne kadar öyle gözükmese de içten içe onlar da içeriyi görmeyi çok istiyorlardı. Haberciliğin getirdiği soğukkanlılıkla:
-Mümkünse hemen ! Lütfen dedi ikisi bir ağızdan.
Adam göğsünden bir bez parçası içinde anahtarıyla beraber çiftliğin yılların getirdiği tozları üstünde taşıyan kapısına doğru ilerlemeye başlamıştı çoktan. Süreyya ve Kemal hiç ses çıkarmadan adamın arkasından onu takip etmeye başlamışlardı. Çiftliğin kapısı ağır ağır açıldı adamın birazcık ittirmesiyle. Ara sıra içeri girip bahçe işleriyle ilgilendiği için kapıyı açmak o kadar zor olmamıştı. Çiftliğin olabildiğince geniş bir bahçesi vardı. Çiftlik bahçeye göre biraz daha gerideydi. Çiftliğin orantısız olması Süreyya’yı rahatsız etmişti. Ona göre her şey tam ölçüsüyle yerleştirilmeliydi. Kısa bir bahçe yürüyüşünün ardından kapıya gelebilmişlerdi. İşte bu kapı zar zor açılabilmişti.
Şimdiden hazırlıklı olun içeriye. Tahminimce en son savaş yıllarında birisi bulunmuştur burada dedi adam tok sesiyle.
Gün ışığı içerisini parça parça aydınlatıyordu. Hatta hiç gün ışığı almayan noktalar vardı. Bu noktalara ışık tutmadan ne olduğunu görebilmek imkansızdı. Adam çiftliğin içinde mırıldanmaya başlamıştı çoktan. Süreyya ve Kemal ise dışına nazaran çok daha iyi dekore edilen odayı daha da dikkatli incelemeye başlamışlardı bile. Süreyya duvardaki yazılardan, fotoğraflardan, eskitmelerden hepsini elindeki deftere notlar alarak kaydediyordu. Kemal ise işin daha çok görüntü tarafındaydı. O güne göre elinde eski bir makine vardı. Gördüğü ilgi çekici tüm şeyleri görüntü altına almaya çalışıyordu. O hissiyata sahipti bu harabe yer. Buna nazaran çoğu şey eskimiş ama bozulmamıştı. Hatta bu eskimişliğin onlara daha farklı bir hava kattığını düşündü Süreyya. Büyük odalardan sonra nazaran daha küçük ve önemsiz odaları gezmeye başlamışlardı. Salona göre daha basit bir havaları vardı. Yanlarındaki adama göre savaş yıllarında gelenlerin dinlenme odaları olarak kullanılıyordu. Bunu destekleyen odaların masalarında yazılmış mektuplar, anılar yazılmış günlükler bulmuşlardı. Kitapların üstünde eski yazıdan bazı kelimeler vardı. Kiminde bir kelime kiminde cümleler yazılmıştı. Yazıya katkısı olabilir diye bu defterleri ödünç alıp alamayacaklarını sordular. Adam herhangi bir tepki vermemişti. Ama daha sonradan kafasını ileri geri sallayarak onay vermişti. En azından onlar bu hareketin onay olduklarını düşündükleri için günlükleri ve mektupları aldılar. Hepsinin üzerinde belli belirsiz yazılar vardı. 50 yıl uzun bir süre olduğu için çoğu hayatta bile olmayabilirdi.
Saatler sürmüştü çiftliğin tamamını gezmeleri. Onlar bile bu kadar uzun süreceğini düşünmemişlerdi. Adama teşekkür ettiler. Ve gecenin karanlığında yazıyı yetiştirebilmek için yola çıktılar. Yol boyunca aklına yazısı için yeni bir şey geliyordu. Hepsinin bir hikayesinin olması ve bu hikayelerin gerçek olması onu çok etkilemişti.
Evine gelmiş, odasında dışarıya bakan masasına oturmuştu. Yazıya başlamadan önce fotoğraflar elindeydi. Uzun uzun bakmıştı her birine. Her baktığında daha farklı bir şey fark ediyordu fotoğraflarda. Bazılarının arkasında silik yazılar bile vardı. Belki büyükannesine götürürse yazıları okutabilirdi.
Sabah ilk iş olarak dünden kalan ne varsa toplayıp büyükannesine gitmek oldu. Sıcakkanlı sevimli birisiydi büyükannesi. Aynı çiftlikteki adam gibi yüzünde yaşanmışlıkların çizgileri dolmuştu yüzüne. Büyükannesine olayı en başından anlattı. Ve getirdiklerini büyükannesinin ellerine bırakmış oldu. Tamam demişti büyükannesi aslında o da merak etmişti yazılanları. Mutfak kapısından büyükannesinin oturduğu koltuk rahat bir şekilde gözüküyordu. Normalde de büyükannesinin duygularını hiçbir zaman anlayamazdı. Ama bu sefer sanki yüzünde buruk bir gülümseme yer almıştı. Yazısı için birkaç satır yazmış olsa bile hala istediği şeyi yapamamıştı. Belki akşam yemeğinde büyükannesinden bir şeyler öğrenebilirdi.
Dışarıda kapalı bir hava vardı. Geceye doğru giderken güzel bir renk bırakmıştı. Işıkların hemen altındaki masada karşılıklı oturmuşlardı. Büyükannesi getirdiği şeyleri incelerken Süreyya akşam için kendilerine yemek hazırlamıştı. Aslında sabırsızlıkla büyükannesinin konuşmasını bekliyordu.
Büyükannesi ise buruk bir gülümsemeyle yemeğini yemeye devam ediyordu.
Okudukların hakkında artık bana da bahsedecek misin? dememek için çok zor tutmuştu kendisini ama sonunda dayanamamış ağzından çıkıvermişti.
Hepsi Kurtuluş Savaşı için evini memleketini bırakıp vatan için ellerinden geleni yapmak için gelmiş kadınlar…
Kurtuluş savaşında orduya yardım edebilmek için hepsi arkasına bile bakmadan buraya gelmişler. Çoğu konaklarken orada karşılaşmış. Kurtuluş savaşının kolay olmadığından bahsetmiştim sana. Öyle günler ki kadın erkek fark etmez tüm herkes elinden ne gelirse yaptığı günler kıymetini bilmelisin cumhuriyetimizin. Bu günlerin... Sen dedi bugün gazetecilik yapabiliyorsan o günler sayesinde. Bizden önceki tüm insanlar sayesinde.
Asla kadınların olmasını beklemiyordu Süreyya. Anlamıştı o buruk gülümsemeyi. Engellenemezdi o gülümseme. Artık onun suratını da çoktan kaplamıştı. Çok da gururlanmıştı.
Ertesi gün Kemal yazısının ne durumda olduğunu sormuştu. Süreyya’nın öğrendiklerinden sonra aklında bir sürü şey vardı. Hazırlıyorum diye kısa cevaplarla geçiştirmişti Kemal’i.
Ertesi gün gazetenin sayfasında insanların adlarını bile bilmediği kadınların resimleri yer almıştı. Süreyya büyükannesinden yardım alarak adreslerini bulabildiklerini ziyaret etmişti. Onların izniyle hikayenin geri kalanını onlardan dinlemişti. Daha öncesinde hiç kimseye okutmadığı yazısını hazırlarken hepsini eklemişti. Kadınlarla konuşurken duygulanmamak mümkün değildi. Hepsinin ayrı ayrı özellikleri olsa da hepsinin bir ortak noktası vardı. Vatanı için hepsinin bir şeyleri geride bırakmasıydı. Bu ülkede savaş bu şartlarda kazanılmıştı. Hiç kolay olmadığını daha da iyi anlamıştı Süreyya.
O gün gazetedeki haberi kaç kişi okumuştur bilinmez, ama gören herkesin birbirine gösterdiği, Süreyya ve büyükannesinin yüzündeki buruk gülümsemenin aynısının tüm gün yüzlerinde olduğu aşikardı. Kaçınılmazdı.