Gördüklerimizden mi ibaretiz, gösterdiklerimizden mi? Yoksa gördüklerimiz mi yansıyor gösterdiklerimize?
İnsan gözü nesneler arar, zihnindeki şeyleri atfedeceği nesneler... Soyut ifadeler ancak somut nesnelerle desteklendiğinde anlam kazanır. Örneğin, öğrendiğimiz bir bilgiyi ancak hayatımızda tam olarak tecrübe ettiğimizde kavrayabiliriz yahut aktarılmış öğretileri belli davranış kalıplarına sığdırarak manaya erdiririz. Dolayısıyla dış dünyada görülen davranış örüntülerini belli kalıplara sığdırmak bizim için kaçınılmazdır. Peki bu örüntüler de kendi içinde kalıplara sıkışmışsa ve onların yansımasıysa…
Düşüncelerimiz ve dolayısıyla davranışlarımız yetiştiğimiz ailede, çevrede şekillenir. Etrafımızda bulunan insanların söylemlerine ve davranışlarına tanık oluşumuz, onları kendi söylem ve davranışlarımızı yönlendirecek araçlar olarak belirlememizi sağlar. Böylelikle etki-tepki misali kısa yoldan bir öğrenme gerçekleşir. Her birimizin gördüklerini algılama biçimine göre de bu davranışlar yeniden şekillenir ve her birimizde yeni bir oluşum kazanır. Yani, olaylar karşısında verilen tepkiler benzer olsa da bizim onları algılama biçimimize göre bizde yeni bir tepki oluşturur. O halde dış dünyada gördüğümüz davranışları anlamlandırmamız, kendi algılama biçimimize bağlı oluşur ve davranışın kendisi de öznesinin dış dünyadaki nesneyi anlamlandırmasına bağlı gerçekleşir. Yani, kişisel yaşantılarla oluşan algı şemaları yoluyla bir davranışa yönelik yeniden yaratım söz konusu olur.
Buradaki ‘kişisel yaşantılar’ kısmı ‘subjektiflik’ içerir. İşte problem de burada başlar. Bu noktada ne gördüğümüz tam olarak öyledir ne de gösterilmek istenen... Çünkü her birimizin bir davranışı sergilemedeki niyeti ile karşımızdakinin onu algılayışı arasında fark olur. Bu farkın temeli de (başlangıçta bahsedildiği üzere) yaşantılara, öğrenilmişliklere ve tecrübelere dayanır. Yani aslında söylem ve eylemlerimize yönelik gelen tepkiler/tutumlar bizatihi kendilerinin yansımasıdır (tepkiyi/tutumu sergileyen öznenin kendi kişisel yaşantısının/algısının yansıması). Ayrıca bizim verdiğimiz tepkiler/tutumlar da bizim onları (davranışı) nasıl algıladığımıza bağlı gerçekleşir.
Fakat bu noktadaki subjektiflik problem yaratır. Subjektif verileri genellemeye çalışırız, yani kendi kişisel algı şemalarımızı genele dayatırız. Kalıplara sıkıştırdığımız davranış örüntülerini kendi şemalarımızla bağdaştırarak anlam atfederiz ve davranışın ardındaki niyeti, kastı, etmeni dikkate almadan genel bir doğru/yanlış nitelendirmesi yaparız. Bu, olanları aslolan hallerinden farklı görmemize ve özneye/kişilere dair yanlış çıkarımlarda bulunmamıza sebep olur. Aynı şekilde durum, kendisini zincirleme takip eder ve görünenler olmaktan çıkar (reel olma hali). Ve olgular da yeni gösterimlere zemin hazırlar.
Diyeceğim o ki, ne görünen tam olarak göründüğü gibidir ne de gösterilen… Görünenler bizden bağımsız şekilde var olur, bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan bağımsız… Gösterilenler (gösterdiklerimiz) ise bize bağlı olgulardır, gördüklerimizi yansıttığımız… O halde biz gördüklerimizden ibaretiz fakat görünenler gördüklerimizden ibaret değil.