Elinde bir kağıt mendil, gözleri yaşlı umutsuz değil ama mutsuzdu bakışları.

Ne kadar özlem vardı o ifadesinde ne kadarı gerçekti, kim bilir.

Aylar geçmiş, bu zamanın sadece bilinen bölümüydü. Hissedileninse bir ölçüsü yoktu.

Özlemek, uykusuz geceler zihnin kalp ile savaşı öyle karanlıktaydı ki neyin ne kadar olduğunu hatırlıyordu sadece, gerisi ölçüsüzlük ve garip bir burukluktu o kadar.

Havanın aydınlığı, evin küçük bahçesi iki sandalye ve meyve kasalarından bozma bir sehpanın üstündeydi her şey.

Ellerine dokunmalı mıyım?

Sarılmalı mı?

Soğuk ve mesafeli mi durmalıydım..

Bedenim ve ruhum akıl almaz bir savaş içindeydi..Kapıdan girişini hatırladım.. Aylar sonra sorgusuz sualsiz sarıldığım an, hissettiklerimin eksiksiz ve daha bile yoğun halinin acısını hissettim. Evim gelmişti,

ya da ben evime gelmiştim.

Yine gidecek miydi?

Umursamaz bencil bir tavır mı takınacaktı. Kaç gün sonra olacaktı bu...

Umursamazlık ve yok sayılma korkusunun hissettirdiği ağır bir duygu haliyle hoş geldin, dedim.

Nasıl baktıysa, nasıl gülümsediyse öyle garip bir huzur kapladı içimi, güneşin parlaklığı hafiften esen rüzgarın kokusu ve kadınım diyemediğim güzelliğin varlığı kahvenin tadını daha da belirginleştirdi.

Yokluğunda içtiğim kahvelerin tatsız sıcak sudan ibaret olduğunu anladım.

Anlamsız değersiz görünen her şey öyle güzel ve anlamlı geliyordu ki...

Her şeyin bir anda renk değiştirmesi, siyahın beyazla olan öpüşmesi gibiydi..

müthiş bir korkunun yanıbaşında çiçekler belirdi yine.. Yine o allahın belası umut yine bir gülümseme yine bir mucize işte.

Mucizenin beden bulmuş halimiydin sen?

Söylesene, bu karanlığı nasıl aydınlattın yine?

Peki ben?

Sende bir şeyleri uyandırdım mı yine?

Hislerimiz ortak mı?

Fazla mı? Eksik mi? Ya da kendimi mi kandırıyorum yine.

Gelirsen bir gün aynısı mı olacak?

Bunları mı hissedeceğim yine.

Birden kahve tatsızlaştı. Günün ilk ışıkları olmasına rağmen hava karardı ve bahçeye musallat olan kedilerin bok kokusu daha da belirginleşti.

Her şey başa sardı.

Gelişinin hayali bile her şeyi böyle yaşanılası hale getiriyordu işte.

Mucize gibi oluyordun yine. Oysa kızgınlığımın ve bahanelerinin zihnimde, kalbimde hissettirdikleri acısın diye bile isteye kurduğun cümlelerin aşağılayıcı tavrı tazeydi.

Hayalini kurmak bile çiçek bahçesine çeviriyordu dünyamı.

Asla affetmeyeceğimi bildiğim halde, bu hissin böyle oracıkta durması nasılda korkunçtu.

Kelimelerin cümle haline gelişi, devasa duyguların gözlerinden taşmasıda bunu değiştirmeyecekti. Seni affetmeyecektim yine. Umurunda olmasada.

Nasıl cümlelerinin sadece bir yalandan ibaret olduğunu söylediğin o an, biz gerçek değiliz dediğin o an, bir kabus olarak ruhuma işlediyse.

Nasıl bir çıkmazdı bu ? Varlığının hayali bile mucizeyken.

Yokluğunun dayanılmaz bir geçeklik oluşu..

Ve sana sarılamayacak olmam. Dünyanın tüm güzelliklerinin toplamından güzelken hissettirdiklerin.

Varlığında yok oldum, yokluğunda zaten yokum.

Hiçbir şey yaşayamadığım her şeyim görüşmemek üzere.