Ellerim bir kez daha kulaklarıma dayanıyor, susturamadığım o düşünce beni bir kez daha darmadağın ediyor. Göğüs kafesim canım arasında sıkışmışken sesini duyuyorum. “Böyle gidersen yapayalnız kalacaksın.” Annemin sesi zihnimdekilere bir kez daha düğüm atıyor, bir kez daha yutkunamıyorum. Artık yanımdakiler diye bir şey yok; yalnız gece aniden gelen çarpıntılar, benliğime sahip olmuş panikataklar ve ben varım. Bütün bunların yanında eşelendiğimi, kemirildiğimi ve gitgide öldüğümü hissediyorum. Şeytanım yüreğimin içinden gülümsüyor, yankısını hissediyorum, parmak uçlarıma kadar zonkluyor. O varken loş koridorum o kadar da karanlık gelmiyor, sonsuzluğa uzanmış hissediyorum ancak nefesim kesilmiş. Uzun süre konuşmamışçasına sesimi hissedemiyorum, öksürerek canımı toparlıyorum. Az kalsın yaşıyorum, ölüm gibi hissettiriyor.
Kendimden yazılara taştığımı hissediyorum; çağlayan, akıntısını fokurdamalara bıraktı, artık kendimin dışındayım. Bir kalemle defterin birleştiği yerdeyim, yalnızlığıma eş ettim yazdıklarımı. Harfler birer birer yankım oluyorlar ve onun hayaleti gittikçe kendini kaybediyor. Gölgeler artık canımı yakmıyor, beni takip ediyorlar. Daha öncesinde onlar benim gölgelerim değildi. Ayaklandığımda yere yıkılır, adım attığımda geri geri yürürlerdi. Onların aydınlanmasına bir güneş yetmezdi, beni suskunluğuma hapseder ve günbegün ölümümü izlerlerdi.
Bir şafak vakti hiçbirini yanımda göremeyince şeytanımla bir nefeste harlanıyoruz, anlamlarını çok önceden kaybetmiş olan yer, zaman ve kişi kavramlarını unutuyoruz. Kayıtsız ve bir o kadar da vahşi olan benliklerimiz yalnızca yıldızları sayıyor, o yıldızlar gözlerimizden düştüklerinde anlıyoruz ki insan olmak zor değil; bir yer elbet olacak ve o yerde biz ısınmak için yalnız bir gülümsemeye ihtiyaç duyacağız. Ağzımızdan akan kanlar bir halı içerisinde kıvrılacak ve sırtımızda yer edinecekler. O gün geldiğinde yükümüzü taşımak bize ağır gelmeyecek çünkü kaderimizi elimize almak, modern hayattan ve onun sıradanlığından sıyrıldığımızı anlatacak bize.