Ters giden bir şey yoktu. Düz giden hiçbir şey yoktu. Eğri bir köprünün üzerinde, eskimiş paltosuyla, elinde sigarası ve yanında on sekiz buçuk liralık kahvesiyle yürüyordu. Yürümenin bir felsefesi vardı ama kahvenin ayrı bir felsefesi vardı onun için. Birtakım şeyleri başaramamıştı. Halbuki çoğu şeyi başarmıştı ama o farkında bile değildi. Başarısızlıkları gözlerine yansıma yapıyordu. Gözleri sulanıyordu. Süt ekletmeyi unuttuğu kahvesine damlıyordu gözyaşları. Kahve iyice sulanmıştı. Tabiri caizse tadı bok gibi olmuştu. Uykusu geldiğinden içmesi gerekti ama gene uykusu gelecekti. Bu aralar çok uyuyor, çok kahve içiyordu. Bazen düşünüyordu da yine mi başa döndüm diye. Yağmur yağsa bitecekti umutsuzlukları. Sessizce silecekti kederini. Hüzünlü papatyaları, sevinçle yıkanacaktı. Daha da iyi olacaktı her şey. Küçük hesapların peşinde koşmayı bırakmıştı. Büyük hesaplara hiç girişmemişti. Hesap makinesiyle yapardı işlemlerini. Para konusuysa zaten muallaktaydı. Arafta olduğu zamanlarda hesap makinesi bile işlemiyordu. Hele ki konu insansa. Hesap makinesini fırlatıyordu. Sevmezdi insan ilişkilerindeki matematiği. Bu yüzden çok artısı olsa da eksileri yiyip duruyordu onu. Stratejik düşünmeliydi bu duygusal mahluk.


Eğri bir köprünün ortasında düz durmaya çalışan bu zat-ı şahane dört dakika sonra iş başı yapacağını unutup yazıyı uzattıkça uzatıyordu. Çünkü bugün yağmur yoktu. Güneş vardı ve yazdıkça içinde güneş açmalıydı.