Bir ağaç dalının bir rüzgar esintisiyle dans ettiği ılık bir günde sonbahara girdiğimizi yaprakların teker teker kendini toprağa bırakışından anladım. Renk renk yapraklar kahverengi toprakla buluştuğunda ortaya çıkan resim, kuru kalan dalları çıplak hissettiriyordu. Rüzgar her bir ağacın gövdesine sarılıp, insanların saçlarında gezinip, sokaklardaki tozları havaya kaldırıp bulutların arkasına gizlenmiş güneşe doğru yükseliyordu. Dalgalanmış olan bir denizde deniz kokusu sokaklarda gezen rüzgara da karışıyordu.

Bu deniz kokusu tanıdık geliyordu bir yerden. Kalbimi acıtan, herkesin hızla yürüdüğü bir sahil kenarında durup denize bakmasını, adımlarını yavaşlatmasını sağlayan bir kokuydu. Bulutların denize daha da yanaştığı, bir vapurun sessiz sedasız geçişi, bir balığın bile görünmeyişi denizi cezalandırır gibiydi sanki. Sessiz sakin dalgaların sesi yalnızlarla dertleşir gibiydi. Kayalarda oturan insanların izlediği bu deniz, hızla geçip gitmeden kafalarını çevirip uzun uzun baktıkları bu deniz, mavi ışıltıların arasında herkese kendi derdini mi fısıldıyordu? Uçsuz bucaksız bu derinlikte herkesten bir gözyaşı mı saklıydı? Suların, dalgaların, tuz kokularının arasında herkesten bir dert mi gizliydi? Kimlerin hayatına tanık olmuştu, kimlerin aşkını, kimlerin acısını, kimlerin mutluluğunu, kimlerin bakışlarını tutmuştu içinde? Şu masum mavilikte gökyüzüyle bakışan serin sular, sıcak gözyaşlarına ev mi olmuştu?

Bir rüzgar öpücüğüyle hiddetlenen, bir yağmurla serinleyen, bir şimşekle ışıldayan, bir dolunayla parıldayan, bir güneş ışığıyla ısınan bu deniz, ucu bucağı görünmüyorken, ne kadar derin bilinmiyorken kalbimizi ısıtan bir gün batımıyla mı kandırıyordu bizi?

Bir dolunay ışığıyla aydınlanıyordu işte hayat, sokaklar evlerden sızan sarı ışıklarla hayat buluyordu, mutfaklardan gelen çatal kaşık sesleriyle can geliyordu karanlıklara, bir kahkaha sesi, bir korna gürültüsü, bir sokak lambası, renkli bir dükkan tabelası herkesin derdine de ortaktı. Bir sesti hayata, bir renk, bir ışıktı. İnsanın anlam yüklediği her şey iyi bir dinleyiciydi işte ama balkondan sarkan saksıda solmuş bir çiçek, sokağın derdini de taşıyamazdı. Kokusunu, acısını, tozunu saklayamazdı içinde çünkü bilmezdi, anlamazdı, öğretilmemişti bir çiçeğe. Güçlü, hiddetli bir deniz gibi değildi ki. Deniz manzaralı bakımsız bir balkonda sulamayı unuttukları bir yeşil candı. Denizle bakıştıkları her gecede o da derdini ona yazardı. Yalnızlığın acısını kalabalıkların gürültüsüne anlatırdı. Elinden de gelmezdi başka bir şey. Toprağına bağlı, ağaçların dans ettiği o rüzgarla başa çıkamazdı. Suya hasret eğerdi başını, karşısında uçsuz bucaksız bir su birikintisiyle bakışırken.

İşte böylece geçti rüzgar herkesin acısından, hayatından. Bir öpücük kondurdu denizin en durgun rüyasından. Geçti gitti sonbahar da yalnız kaldı deniz derdiyle, gözyaşlarıyla arkasından.


"Deniz ufkunda batan güneş
Ve keskin çığlığı kuşların;
Rabbim bu uğultu, bu ateş
Ve ümitsiz uçuşların
Doldurduğu akşam havası,
Akşamın mercan dallar gibi
Suda olgunlaşan rüyası…"