Biz yalnız kalanlar değil, yalnız bırakılanlarız. Kimi zaman sıradan bir yerde, sıradan bir kahve evinde otururken sıradan kalabalıklar içinde, sıradan insanların sohbetlerine kulak vererek hayatı anlamlandırmaya çalışanlarız.



22 Ekim 2016, Ankara. Sigaranın bu kentte de zararı var, içmeyin.


O sabah diğerlerinden farklı olacağından bihaber uyanarak bir süre yatak odamın duvarına yapıştırdığım Yaşar Kemal ve Cemal Süreya posterlerine bakakaldım. İkisinin de hayatta olmadığı gerçeği geldi aklıma. O güzel insanlar o güzel atlara binip gittiler diye geçirdim içimden. Daha önce çalışma masamın üzerine koyduğum ve nereden elime geçtiğini hala anımsayamadığım Necip Fazıl'ın hayat hikayesini anlatan kitabın hemen yanında, Merve'nin yirmi beşinci doğum günü hediyesi olarak Eskişehir'den gönderdiği Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı edebi kurgusu duruyordu. Onun arasında muhafaza ettiğim siyah tükenmez kalemi çıkardım ve gün içinde yapmam gereken şeyleri not ettim. Sonrasında kahvaltı yapmak için mutfağa yöneldim. Buzdolabını açtığımda içindeki birkaç maden suyu ve iki şişe bira ile bir müddet anlamsızca bakıştık. ''Hadi ya! Aç kaldım.'' dedim. Üzerimi değiştirip hazırladığım listeyi çantama koyarak alışveriş merkezinin yolunu tuttum.


Hemen önümde ilerleyen kadının beni neden fark etmediğini bilmiyorum. Sabah evden çıkmadan önce kocasıyla kavga ettiği ya da dün geceden annesine bıraktığı çocuklarının şiddetli ağlayışlarına dayanamayarak bir an önce kucağına almak için tüm dikkatini üzerinde gittiği sol şeridin boş olup olmadığına verdiği gibilerinden tahminler yürütüyorum. Bazen de olanca şiddetiyle yağan yağmura yetişmeye çalışan eski model otomobilimin sileceklerini takip ediyorum. Az ileride yolun daralacağını belirten tabelaları birer birer geçerken hala yaşıyor olduğumuz ve muhtemelen bir dakika sonrasını da yaşayacağımız hayatın bizi ne tür sürprizlerle karşılaştıracağını, her gün binlerce kez alıp verdiğimiz soluğun belki de geleceğimiz hakkında planlar yaparken hiç beklemediğimiz anda kesileceğini ve o vakit elimizden hiçbir şeyin gelmeyeceğini, tüm bunlara rağmen insanoğlunun birbirini öldürmek konusunda neden bu kadar iştahlı olduğunu sorguluyorum.


Ankara'da alışveriş merkezleri dışında sosyal faaliyet alanları pek yoktur. Özellikle kış aylarında insanlar evlerinden çıkıp mahalle bakkalına ekmek almaya gitmekten bile imtina ederler. İşte o alışveriş merkezlerinden bir tanesine giderek ihtiyaçlarımı tamamladım, kasaya yöneldim ve sıranın bana gelmesini beklemeye koyuldum. Bir yandan da unuttuğum ve işime yarayacak bir şey var mı diye sağa sola bakınıyorum. Alışverişi tamamlayıp çıkışa yöneldiğim anda onunla göz göze gelmem bir oldu. Hukuk fakültesinin ilk senesinde Karanfil Sokak'taki Dost Kitapevi’nde tanışarak yaklaşık iki sene boyunca iyi bir arkadaşlık ilişkisi yürüttüğüm, sonrasında bendeki hissiyatın tek taraflı aşka dönüştüğünü fark ederek yavaş yavaş uzaklaşan kadındı bu.  


Evet... Hala çok güzel ve asil, hala gülünce gözlerinin içi dans edecek gibi, hala çetrefilli ve hala çapraşık. Upuzun kıvrımlı kirpikleri bakir bir göl edasıyla parlayan göz bebeklerinden su içmek için adeta birbirleriyle yarışıyordu. Umursamamaya çalıştım. Yıllar sonra böyle bir tesadüfün aklımı bulandıracağından korktum çünkü. Başımı öne eğerek elimdekileri düzeltmeye çalışırken umarım beni tanımaz diye geçirdim içimden. Birden ''Hasan'' diye bir ses duydum. (Çok tuhaf, sesini hala unutmamışım. Tek taraflı da olsa aşk böyle bir şeydi sanırım. Sevdiğinize ait birçok şeyi aklınızda tutabiliyor, en küçük detayı bile saklayabiliyorsunuz bilinçaltınızda.) Birden soğuk soğuk terlemeye, tir tir titremeye başladım. Aşırı sinirlendiğim zamanlar dışında sükunetini korumayı başaran yüreğim ağzımdan fırlayacak gibi çarpıyordu. Elim ayağım tutmaz olmuş, ruhum bir anda bedenimden çekilip alınıverilmişti. Bir müddet sohbet ettikten sonra gitmesi gerektiğini söylerken ''Seni bir daha görebilecek miyim?'' diye soramadım, yapamadım. İyi ki de soramamışım. Öğrendim ki hukuk fakültesini bitirdikten sonra Ankara’da bir avukatlık ofisinde çalışmaya başlamış. İlk senesini stajyer olarak tamamladıktan sonra faal olarak davalara katılıyormuş. İyi de kazanıyormuş. Buna sevinmiştim. Uzun ya da kısa süreli de olsa birçok şey yaşayıp birçok şey paylaştığım kız arkadaşlarımın, tek taraflı da olsa güzel şeyler hissettiğim insanların kötülüklerini isteyecek biri olmadım hiç. İnsanoğlunun özündeki kıskançlık, riyakarlık ve saf kötülük gibi hissiyatları bir şekilde törpülemeye çalıştım. Ayrıca üç sene önce evlenmiş, bir kız çocuğu olmuş. Ben ise her akşam iki üç şişe bira alıp evde yudumlarken yazdığım romanın on ikinci baskısının yayınlandığı gibilerinden saçma sapan hayaller kuruyorum. Tam bir rezillik. Demişken:


Adliyeye mi yetişecektin?

Beni sevmeyi öteledin de biraz.

Evraklar, mütalaalar, mahkemeler, jandarmalar

Fazladan içtiğin iki bardak çay oyaladı seni

Fırından yeni çıkmış sıcak simit

Metro girişi üzerini arayan güvenlik görevlisi

Sabah süremediğin rujun, rimelin

Fön çekemediğin saçların

Kıvırcık, zaten böyle daha da güzelsin

Aralara biraz kızıl mı çaldırsan?

Kırılmış uçları akarken omuzlarından.


Gözlüğünü mü unuttun vestiyerde?

Anahtarın kilitlemedi mi kapını?

Televizyon mu açık kaldı? Buzdolabın mı arızalı?

İyi soğutamamış beni sevmek istemeyen yüreğini

Bir müvekkilin canını sıkmış olacak

Göz bebeklerin eskisi gibi parlamıyor.

Fincandan damlayan kahve gömleğini sarartmış

Gözüyle kartal avlayan bir adam varmış

Cennette yeni romanına başlamış.


Seni üç solukluk sevdim ama söyleyemedim

Gözlerimi kaçırırdım ucu sivri demir gibi kalbimi delen bakışlarından.

Denk gelirdim, bilirdim, avunamazdım

Üzülürdün, acırdın bana, dayanamazdın

Yüreğine bir uyuşmazlık cemresi düşerdi.

Fark etmedin galiba biraz dalgındın.


Biliyorum beni sevmezdin, çok meşgulsün bu aralar

Üst üste şehir dışı duruşmaları falan.

Üzerinde çalışman gereken ifadeler, dosyalar

Anayasanın zırt maddesinin cırt fıkrasının bilmem hangi bendi?

Hem senden iyilerine layığım, onu söylemedin

Sigaraya da başlamışsın, daha yorgun hissedersin

Geceleri boğazında yumuşamayan bir öksürük olur.

Fincandan damlayan kahve gömleğini sarartmış

Gözüyle kartal avlayan bir yazar varmış

Cennette yeni romanına başlamış.