Özet


Groundog Day, Richard Lupoff'un "12.01 pm" adlı öyküsünden uyarlananan film, nefret ettiği bir günü tekrar tekrar yaşamak zorunda kalan bir adamın maceralarını konu ediyor. Phil Connors, ekranlardaki samimi kişiliği ve eğlenceli yüzüyle kendine has bir şöhrete sahip olan, ancak kameralardan kurtulduğu an kendini beğenmiş ve kibirli kişiliğine geri dönen bir hava durumu spikeridir. Bu huysuz adam, hiç sevmediği kırsal yaşamın hüküm sürdüğü Pensilvanya’nın kırsal kasabalarından birine, Groundhog Day etkinlikleri için gönderilir. Burada yaşanan hayat ve mütevazi insanlardan iğrense debu hayata bir günlüğüne, görevi için katlanmak zorundadır. Ancak ansızın çıkan bir kar fırtınası tüm ulaşım yollarını kapattığında Phil, talihsiz kaderiyle başbaşa kalır. Ertesi sabah uyandığında ise daha büyük bir sürpriz kapıdadır: Phil, zaman döngüsüne yakalanmıştır; nefret ettiği o günü tekrar tekrar yaşamak zorunda kalır.


Dünü ve Bugünü İnşa etmek


İnsan, yaşadığı hayatın sorgulama kısmına geçtiği anda kendisi için en zor sorulardan birisinin de geleceğinde neler olacağını kestirememesi olduğu gerçeğiyle karşılaşır. Groundhog Day filmi izleyiciye neler olacağını bilmenin karşısında oluşan olayları anlatmaktadır.

Bir bakıma Joseph Campbell’ın “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu”nda bahsettiği, “İnsanlığın büyümesine ait bir öykü” betimlemesine uymaktadır.

Farklı durumlardan ve aşamalardan geçerek düşüncelerinin anlamlanmasını ya da anlamlandırılmasını, inandığı şeylerin bir netice verdiğini/vermediğini ilerleyerek gözlemlemektedir. Amerikan filmlerinde ki yetersiz gerçeküstü işleyişinin içinde kardelen edasıyla durmaktadır film. Filmin içerisinde döngünün (Yeniden 2 Şubat’ı yaşama durumunun) tam ortasında kalmasının net olarak verilmemesi.


Bunun yanı sıra aynı günün kaç defa yaşadığı verisinin verilmemesi, klasik yapının tam orta noktasında durmayan ve ana akım filmlerinden ayıran noktalardan birisi haline getirmektedir. .Her günü aynı yaşadığını fark eden Phil, her gün yaptıklarının o gün içinde kaldığının farkındalığına varıp ona göre bir hayat yaşamayı tercih ediyor. Çünkü bir sonraki gün ondan bunun hesabını soracak bir irade yoktur. İçinde yaşadığı kısır döngüyü kahramanın kendisinin fark ettiği ve bu durumu etrafında paylaşacak kimsenin olmayışı gerçekliğiyle birleşince kendi özgür iradesi ile olayları şekillendirmeye başlamaktadır “Artık diş ipi kullanmama gerek yok” diye ifade ettiği bu yeni hayatta hiç durmadan yemek yiyor, sürahiden kahve içiyor, arabayla hız yapıp sağa sola çarpıyor ve yatmak istediği kadınlara, sırf akıllarını çelmek için evlenme teklif ediyor. Nasıl olsa hayatın sürekliliği yok. Nasıl olsa kolesterol, kafein, kanser, bedel, ceza diye bir şey yok. Nasıl olsa hapishaneye girse bile, evlenme teklif ettiği kadınla yatsa bile ertesi sabah yine kendi yatağında, yalnız başına uyanacak. Bu tutumunun sürekli devam etmesi gibi bir düşünceden sıyrılır. Artık eylemlerinin kasaba halkının işine yarayacak onlara fayda sağlayacak bir şekilde dönüşür ve içinde bulunduğu durumdan bu şekilde sıyrılabileceği kanısına varmıştır.


Immanuel Kant’a göre; “Eğer eylemin ardındaki niyet iyiyse bu eylem iyidir ve eylemin doğuracağı sonuçları ardındaki niyet kadar önemli bulmaz. Bunun yanı sıra, bir eylem evrenselleştirilebilirse iyidir.” Gerçekleştirdiği bu eylemleriyle kasaba halkının hayatlarını daha iyi bir hale getirmeye karar verir. Bu tür bir yaklaşımı ve davranışı, Kant’ın, kişinin kendi çıkarlarını gözetmeksizin başkalarının hayatlarını iyileştirmek için çabaladığı, kesin buyruk ilkesini yansıtmaktadır. Bu yeni bakış açışıyla, her gün tekrarlayan döngüden kendini kurtarır. Filmin başındaki ukala ve bencil olan karakter, zaman ilerledikçe! kibar, yardımsever etkileyici bir insana dönüşmektedir. Etrafını etkilemektedir. İyi niyetli yaklaşımı ve iyi bir insan tavırlarıyla kendini de keşfetmektedir. Kişi kendinin farkına vardığı ve olumlu bir düşünce tarzına yönelirse insan olarak kalitesinin de arttığının farkına varmaktadır. Filmde 3 evrede görülen bu durumun birincisi farkındalık halidir. Bu durumla beraber oluşan içinde bulunulan hayattan tat almama, zevksizlik ve mutsuzluk durumlarıdır.


İkinci evre ise farkındalığın farkına varıp bunu kullanma durumudur. İnsanları kandıranların, siyasilerin, gücü elinde tutanların bir nevi bulunduğu yerin tanrıcılık oyununu oynayanların dayandığı beslendiği ortak noktadır. Karşısındakileri manipüle etme ve onları etkileme gücüne sahip olma noktası. İçinde bulunduğu hayattan zevk alınan noktalardan kişinin katarsi yaşadığı zaman dilimidir. Üçüncü evresi içe dönüş yani kendini bulma noktasıdır. Gerçekte anlatılan her şeyden daha önemli olan nokta aslolanın erdem sahibi olmanın, yapılan iyiliklerin içten gelerek yapılması kibarlığın, yardımseverliğin, paylaşmanın ve bunlarla birlikte gelen gerçek aşkın varlığı kişinin monoton ve boğulduğu bir hayatı değiştirebileceğinin göründüğü durumdur. Hayatın kendisinin getirdiği bazı durumlara müdahale edilemez. Film de bunu iyi olarak nitelendirebileceğimiz bir örnek ölüm mevzuudur. Yaşlı bir adamı ölümden kurtarmak isteyen karakter buna engel olamaz.


Bu duruma kader perspektifinden bakılacak olursa hayatın akışını kontrol edebilirsiniz ancak mutlak son olan ölümü engelleyemezsiniz düsturu karşımıza çıkar. Özgür iradenin yönlendirilebileceğini ancak mutlak olan iradenin bozulamayacağını göstermektedir. Sebepler aleminde her oluş bir duruma hizmet etmektedir.

Yaşlı adamın ölüşünü hemşire ”Ölecek çünkü yaşlı.” diyerek insanın başına gelen her hadiseden kurtulsa da sonu engelleyemediğini, bütün ihtimalleri ortadan kaldırsa bile fizyolojik sürece bağlı olarak gelişen sonun önüne geçilemeyeceğini göstermektedir.

 

Zamanın içinde döngünün ve zamansızlığın hipotetik bir yaklaşımla irdeleyen film; Kaderi, insan olmayı, hayatın akışı içerisinde yaşanılabilecek birden fazla hayatı, dönüşümünü sarkastik bir karakter üzerinden işlemektedir.

 

                                                    There is no way this winter is ever going to end.