güç, insanın potansiyel düzeneğini aktüel hale getirmesidir. bu bağlamda gücün açığa çıkması için öncelikle güç kavramının bireyin ya da toplumun içsel dinamiklerinde var olduğunun farkına varıp aksiyona geçmesidir. ancak bu gücün ihtiyalı şekilde kullanması gerekir ki aksi bir durum söz konusu olduğunda tekrardan revize edilerek ortaya çıkmasını sağlayabilmek gerekir. işte bu yüzden gücün zehirli alanları mevcuttur. peki insan güç dediğinde anlam ve mana siferi nasıl şekillenmiştir?
güç dediğimizde ilk aklımıza gelen şey arkeik tipolojimizden kaynaklı olarak bizi hayatta tutan ve hayata karşı dik durmamızı sağlayan bir ölçüttür. hatta bu ölçüt bizi zaaflı canlı formu olarak doğaya entegre edilmemizi dahi sağlamıştır. ve buna da evrim diyoruz. bu sayede hayatta kalmaya ve yaşamaya devam etmekteyiz. evrim durağan bir tanım değildir. her an ve saniye kendi canlılığını varlık formu üzerinde ortaya koymaktadır. misal olarak en basit düzenekte iş hayatımızda sinir ve öfke buhranları yaşamak yerine, ekarte ederek daha sakin ve dingin kalabilmemize de sağlayan güç kavramının türevidir. yoksa öfke ve sinir gibi gücün en koyu yanıyla hareket etmemiz bizi belirli bir açıyla yaşam denkleminde hayatta tutsa dahi yok olmamızıda sağlayacak alanlar açığa çıkartacaktır. ve bu durum insan tipolojisinde bulunan ego-id-süperego tanımlamaları üzerinden bireyin sadece id ve ego açısıyla yakınsak bir tutum içine düşmesini sağlayarak, süperego kategorisine tabi olmadan düzenekte kısmi bir görev edimini gerçekleştirdikten sonra tamlığını gerçekleştirmeden yok olup gitmesini sağlayabilmektedir.
diğer bir güç tanımımız olan ruhani açılımımızsa bizim kendimizle yani süperegonun açığa çıktığı yörüngeyle karşılaşmamızı sağlar. peki buradaki güç gerçekten kendimizin eksiksiz yanı mıdır? bir yanıyla evet bir yanıyla hayır demek mümkündür. çünkü canlı ikili bir yükleme sahiptir. ruhaniyet bir açısıyken beden diğer açısını gösterir. yani bir yazılım ve görsel olarak düşünürsek ruhaniyet bizim kodlarımızken kodalara karşılık gelen görüngüyse bedenin göstergesini oluşturmuş demektir. işte bu bağlamda gücün tam ve kesintisiz hali bu ikil ayrıntının birleşmesiyle tezahür eder. bu yüzden gücün ikil bağıntısını kullanarak calılığımız var kılarak hayatın denkleminde ve çözüm kümesinde gerçelliğimizi sürdürmeliyiz. aksi bir durumda sadece nakıs bir güç tasavvuruyla canlılığımızı açığa çıkartırız. peki bu gücün gerçekliği nedir?
sonuç olarak güç dediğimiz şey canlılığın var olmaklığıyla ilintilidir. işte bu ilintiyi aristotelesçi altın oran tanımıyla dengede tutarak canlılık dinamizmizi var ederiz. bu yüzden güce karşı gösterdiğimiz tabiyetin durum ve olguları çok önemlidir. yoksa insan üzerinden konuya baktığımızda bireysel ve toplumsal normlarımızı gerçekleştirmeden, bağıntıları sağlamlaştırmadan, temel yüklemlerimiz ve yüklemelerimiz olmadan yaşadığımızı varsayırız. oysa yaşamanın tikelliği ve tümelliği örtüşmeden, düzeneğe ve kurguya hakim olmadan yaşamanın yayvan tadıyla geçiştirilmiş bir hayat yaşarız. ancak bu canlı olmaklığın hem yok oluşuna hem de var oluşuna dair göstermiş bir olumsuz bir davranıştan öteye geçmeyecektir.