-N'apıyorsun?

-Rutin, koşuşturmacanın içerisinde kaybolmuş bir bedeni temsil eden ruhu yönetiyorum. Sen n'apıyorsun?

-Rutinin dışında gelişen farklı bir durum oluştu bende. Onu söylemeye geldim.

-Hayrola?

-Gelecek planlarımıza yönelik bir konuşma gerçekleştirdim ailemle ve bunu anlayışla karşıladılar. 

-E bu çok güzel bir haber. 

-Güzel fakat çok duygusal olduğum için mi bilmiyorum ama beni endişe kaplı duygular yönetmeye başladı. Sanki her biri içimde farklı noktalardan bana sesleniyorlar. 

-Nasıl yani?

-Ben alışkın değilim ailemden uzak yaşamaya. Bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum. Karamsarlık, gözlerimin hakimi oldu; hüzün kulaklarımın, kaygı ellerimin, üzüntü beynimin hakimi oldu. Denedim baş etmeyi. Beceremedim. 

-Haklı bir duygusallığa kapılmışsın fakat kaçışı yok, eninde sonunda olacak olan da o, başka bir şey değil. Benim için de üniversiteye geçtiğim ilk yıl çok zordu. Fakat zamanla alıştım, alışıyor insan. İlk süreçler böyle geçiyor maalesef.

-İşte benim demek istediğim şey ne biliyor musun? Bak seni çok iyi anlıyorum, belki de çok iyi anladığım içindir bu duyguların esiri olmamın sebebi fakat ben böyle güzel geçsin istiyorum. Hiç hüzün olmasın, ailemle bir arada olup aynı zamanda işimi yapayım istiyorum. Galiba ben çok şey istiyorum ve eninde sonunda oluşacak bu ayrılığın kötü hayalini kurmamak için istiyorum bunların hepsini. Ayrıca ben bunları düşünürken başka şeyler de aklıma geldi ister istemez. Annem babam yaşlanacak ve belki bazı zorluklar çekecekler. Bilmiyorum, aklım çok doldu bugün. 

-O kadar iyi anlıyorum ki ömür geçiyor önüne geçemiyoruz. Önünü alamayacağımız tek şey belki de ömür. 

-Ama bir şey diyeyim mi? Çektiğin bunca zorluğa rağmen güçlü kalman, bende de uyandırıyor gücü bazen. Cidden çok güçlü kalmışsın ben olsaydım herhâlde kafayı yerdim. 

-Çok zordu hakikaten. Bazı dönemler özellikle üzerinde yük oluyor, bir şeyler yapman gerektiğini hissediyorsun ve elinden hiçbir şey gelmiyor. Elim kolum bağlıydı ara sıra, bazen de sık sık. O yükü hâlâ üzerimde hissediyorum ben, omuzlarımın dayanacak gücü kalmıyor gibi oluyor bazen, ama ben üstesinden gelene kadar yardımına ihtiyacım olacak bu omuzların. 

-Seni anlıyorum. Yani bire bir olmaz çünkü yaşadıklarını yaşamadım ama anlamaya gayret ediyorum. 

-Anlamak için gerçekten de bazı şeyleri yaşamak gerekiyor. Herkes yaşadığından bilir. Ben çok şey yaşadım diyorum ya mesela sen de öyle diyorsun. Sana göre sen daha çok şey yaşıyorsun belki. Hayat artık beni yıprattığı kadar yıpratmış. Ne gelse güçlü kalırım, güçlü kalmaya çalışırım. 

-Sen yaşanılacak sıkıntıların bir çoğunu görüp yaşamışsın, artık anlık yaşadığın sıkıntılar falan sana sıradan geliyor değil mi?

-Kendini benimle kıyaslaman aslında yanlış. Sayılarla örneklendirmek istiyorum. Öncesinde 100 üzerinden 20, 30, 40, 50, 60 oranında zorluklar yaşadım varsayalım ve 70 oranında bir zorluğa karşı ben yine direnirim. Çünkü daha öncesinde 60'ı gördüm ama sen mesela direkt 10 seviyesinde bir zorluktan 40, belki de 50'ye atlıyorsun. Sen tek seferde üç seviye daha üst bir zorluk yaşıyorsun. Bana göre normal gelebilecek şeyler sana göre zor, çok zor gelebilir. 

-Evet, haklısın. 

-Senin dediğine yanıt olarak diyorum, hani "Senin yaşadıklarının yarısını yaşasam delirirdim." diyorsun ya, ona cevaben.

-Aslında bu biraz şey mesela...

-Ney?

-Sen duygusal mısın?

-Dışarıya bazen göstermemekle birlikte içte evet. Ne konuda ama?

-Hayır yani şöyle söyleyeyim. Sen mi daha çok duygusalsın ben mi? Ya da bir olay karşısında karakterimiz gereği sen mi daha dirençli kalırsın ben mi? İşte tam olarak demek istediğim bu. Ben duramam, dirençli kalamam.

-Artık bazı şeyleri, gırtlağa kadar boka batmış olmaktan, bazı zorlukları yaşamış olmaktan, bende direnç bağışıklığı bayağı bir oturdu. Bir şekilde canlıların ortak özelliği gereği adaptasyona, çözüm üretmeye kafa patlatmaya bayağı alıştım. Güçlü kalmayı öğrendim. En basitinden bu kızla olmadı, güzel şeyler yaşadın. Bir sonraki kız arkadaşında bağışıklığın olacak. "Bu kız benden gider mi?" sorusu aklında olacak. Bunda mesela şoka uğramıştın. Yine olsa şoka uğramazsın.

-O da işin cabası, şu sıralar sık sık aklıma geliyor. 

-Güçlü kalmayı öğrenmemek belki de daha iyidir. Güçlü kalmayı istemek "Hayatım boka batsın, ders alıyım." demek biraz da. Hayatın rayında gitsin, güçlü olmayıver. Ruhum soldu. Senin yanında güldüğüme bakma. Ötesini ben bilirim, kimse bilemez. Ben de başkasını bilemem. Ama tercih hakkım olsaydı güçlü olmamayı, hayatımın rayında gitmesini tercih ederdim. 

-Tercih edemez misin peki? Tercih hakkı yine sonuç olarak senin içerinde olan bir şey. Kendine istersen sınırsız tercih etme hakkı verebilirsin. 

-Hayatın getirdiği şeyleri kontrol edebilmek elimde değil. Katılmıyorum. Yolda yürürken kafana düşen saksıyı kontrol edemezsin. Ben dirençli kalmak zorunda bırakıldım. 

-Karakterin gereği güçlü kalıyorsun ve karakter dediğin şey de asla ve asla değişmiyor diyorsun?

-Şöyle, tabii karakter de etkili haksız değilsin. Ama duygusal olan çocuk bazı şeyler yaşadığında vahşi de olabilir, cani de katil de. 

-Demek istediğim şey şu, sen duygusal değilsin. Yanlış anlama, duygusalsın ama o duyguları karakterin dışarı yansıtmanı engelliyor. Göğsünün içerisinde duvar var ve bu duvarı kırmaya çalışan duygularını zihnin engelliyor.

-Bu insanlar niye böyle bir şey yapar sence. Ben üzerinden gittik, ben veya başka insanlar, neden böyle yaparlar? Ben sana anlattığım şeyleri başkalarına asla anlatmam, başka insan bana "Neyin var?" diye sorduğunda bir şeyim yok deyip geçiştiririm. Niye sence?

-Çünkü aramızdaki bağ o kadar sıkılaştı ki birbirimizi her anımızda kollayacağımız, yardımcı, destek olacağımız düşüncesi sürekli aklımızın bir ucunda olduğu için anlatıyorsun bana. 

-Ben şuna bağlıyorum, kendimden bağımsız bir şekilde genel gözlemim, bir insanın başka bir insana duygusal görünmesi, ona zaafını vermesidir. Derdi varken sürekli gülen insan, derdini saklar. Bunu niye yapar? Ya güçlü görünmek istiyordur, bu imajı bozulmasın diye. Ya da zamanında dostlarından kazık yemiştir. Kimseye güveni kalmamıştır. 

-Bu zaaftan kastın nedir, bir kişi başka birine duygusal göründüğünde ne tür zaaflarını dışarı yansıtır? Atıyorum şey, mesela sen duygusal bir adamsın ve fazla samimi olmadığın bir arkadaşın "Hayırdır, neyin var?" diye sorduğunda içini döktün ve ağladın biraz dayanamadın. "Ah canımlar, teselliler" havalarda uçuştuktan sonra belli bir vakti gelince o arkadaşın senin gibi bir zaafından faydalanacak? Zaaf dediğin tam olarak nedir?

-İşte o dimdik kaya gibi duran adamın içinde sızıntı var ve su sızıyor oradan demek biraz da. O arkadaş zaafımı kullansın veya kullanmasın, aslında kullanacağından ziyade o senin artık o halini biliyor, sen aslında sandığı gibi güçlü dimdik duran, heybetli biri değilsin. Sen de ağlayabiliyorsun. Sen de duygusalsın. Hassasiyetlerin var gibi. 

-Katılıyorum buna fakat işte diyorum neden, neden bir insan duygularını başka bir duyguyla gizlemeye çalışır? 

-Neden biliyor musun? Ya zamanında önceden bahsettiğim gibi kazık yemiştir bir yakın arkadaşından, dert anlatmaya küsmüştür. Ya da bunun üstünü tebessümle örtüp duygularını saklar ki güçlü görünmeyi sürdürsün. Bazı insanların, dertli göründükten sonra birinin ona "Neyin var?" demesi bile zoruna gidebilir. 

-Ve işte burada olaya tekrar yaşanmışlıklar giriyor. Güvensizlik giriyor ve insanoğlu giriyor. İnsanoğlunun nankörlüğü giriyor.

-Nankör olan insandan uzak durmak benim en önemli mottom olmuştur şimdiye kadar.

-Benim de öyle. 

-Bu arada konuştuğumuz şey, bu dediklerinin tamamını destekleyen insan tipi. Ben onlardan değilim. En azından yakınlarıma anlatabildiğim şeylerim oluyor. Zaaflarımdan feragat edebiliyorum. 

-Biliyorum, yeri geldiğinde zaaflarından feragat etmek senin insan olduğunu gösteriyor işte. Ete kemiğe bürünmüş, duyguların bahçesinde bazen kaybolup giden bir insan.