bir zamanı aştıktan sonra zihnini kurcalayan her ne varsa tek tek çözülmeye başlıyor. aldığın yol değil de yaptığın yol kadar yürüyorsun içeride. insanoğlu kaç günde bir çağ atlıyor, yetişemiyorsun. bu dünyada ne için yorgunluk çekiyorum, ne için ızdırap duyuyorum, ne için geç kalıyorum, ne için şiire oturuyorum diye düşünür oluyorsun. kaç gündür sık sık zöhre yıldızını görüyorum. bu durum fikirlerimi daha da omuruma batırıyor. bir sandalyede dik oturmayı özlüyorum. madden bütün nesneleri soyutlamayı göze almaya kalkışsa birileri, nereye kadar gidebilir ki. mesela şimdi o plajda tek düz duran kahvehane taburesini kim oraya koymuştur, koymuşsa madem ne için koymuştur, bunu da bileceksek, o tabure bu yalnızlığını ne ile oyalıyordur? yani ağzıma kadar ne inmiyorsa çoğu yukarıda meşgul tutuluyordur. uzun vakittir meşgule düşen bir mesele var. olmuşlara ve olmamışlara bir dağ evinin penceresinden baktığımda, ışığı geniz etime çarpıp kafatasımda kırılan, kırılan parçalarını sabaha doğru süpüren bir mesele. ne zamandır gün içinde, ay içinde yahut yıl içinde, kaç defa dönüp; ne yaptığımı, yaptığım şeyleri ne için yapar olduğumu düşünüp, bu eylemlerime bir anlam kazandırmaya çalışıyorum, pek tahmin edemiyorum ama bana denk düşen şu anki durumu izah etmekte zorlanıyorum. 

        zihnimi güle yormaktan geliyorum. yıllar götürürken birer birer mayalı fukara ekmeğimi, gülü dert etmekten geliyorum. daha avuçlarımda şekil vermeden bir hamura, bir küreği fırına bırakmadan, çiçeklenmiş ekmeğin farkına varamamaktan geliyorum. ben ki otuz yıllık fırıncı ibrahim’in oğlu, sevda derdindeyim. güle maya vuruyorum. aslen babamın yarım bıraktığı işi sürdürüyorum. ekmek pişiriyorum ekmek. mayasını almayan hamur çiçeklenir, beklemen lazım, taze hamur çiçeklenir, aç kalacaksın, sevda derdin artacak. bırak şu şiiri ekmeğin çiçeklenecek diyor babam, sağ olsun. babacığım ben de böyle karın doyuruyorum. vicdanlı vicdansız güller büyütüyorum. zalım susturuyorum. ha ben bunu kazanda güllerimle yapmışım, ha sen unla yapmışsın. onu da denedim, denemedim mi zannediyorsun? hamuru yoğuruyorum, hamur ekşiye çalıyor, hamuru kesiyorum, hamur elime yapışıyor, hamuru ekmeğe deviriyorum, pişsin diyorum, ekmek çiçekleniyor, pişmiyor. bir gün o ekmek pişerse sofradan kalkacağımı da biliyorum. hem hüseyin avni dede diyor ki ‘’şairler ekmek yiyor da fırıncılar niye şiir okumuyor?’’ çok haklı, aynı işi yapıyoruz. şimdi sevgi derdine, güzellik derdine düşüp, düştüğüm yerleri büyütüyorsam güle maya vurmaktan başka ne yapmış oluyorum ki. bir gül büyütüyorum içinde mayası var, bir gül büyütüyorum ki derdime


dönüyor. bülbül değilim ki gülü alnından vurayım, bülbül değilim ki gidip dalına konayım. bir gül büyütüyorum, yaşamak derdini diri tutarak. bunu böyle adlandırıyorum. benim tanrım bana hem gül derdi vermiş, hem maya derdi. nohudum acıya çalıyor yüzümü. arpam fazla gelmemiş hicazdan. otur da düşün babam ne diyor bu diye, düşün düşün de gülü içeride göresin. bir gün senden uzak yollarda düşünmeye koyulduğum vakit gördüm ben bu işin astarını. kaldırdım baktım, küf tutmuş ne kadar yaramız varsa. belki bin yıl geçmiş kimse açıp bakmamış, güle maya vuranların yüzüne. nietzsche’yi ağlatan bizi niye öldürmemiş, pir sultan hangi gönle sığabilmiş, veysel hangi gün görmemiş kendi yüzünü, oscar wilde kime anlatabilmiş anasının sanatta gördüğünü, freud sosyopat değil de neymiş, kant kimin karargahında esir düşmüş de bu kadar kinlenmiş, adem havva’ya niye kanmış lilith’yi unutup, meryem isa’yı niye sahiplenmiş, dostoyevski ne zaman yerin altından bir tabak kuru fasulyeyle çıkabilmiş, konfüçyus gerçekten tembel miymiş, muhammed muhabbet aşkına kaç savaşa ne için girmiş, mahsuni şerif olmuş da ne olamadığından boşu boşuna diye diye içini kurutmuş, karl marx bizi bu kadar çok mu seviyormuş, yaşarım kemalim çukurovayı hangi tanrının ellerinde öğütüp gelmiş, nazım mahpusu nasıl dağıtmış da ahmed arif’in eline mevlana’yı vermiş, ilhami’nin de bizim gibi ekmeği çiçeklenmiş de mi küsmüş bize, erkan oğur’u bülbül eden bize niye gül derdi vermiş, marquez neye hizmet bir duruşla deliler gibi muhtaç olduğu kadınlara o yaşta güllü hakaretler etmiş? ne için? düşün babam düşün. düşün de mayamız bol olsun. düşün de gülümüz diri dursun.

 

şimdi benim akranlarım ve senin akranların çağa tutunmak adına ellerindeki mayayı, unu ve gülü sokaklara düşürürken, onlarla kozmetik, butik eşyalar üretirken, insanın insana duyduğu şu koca sevginin adını daha nereye kadar taşırız bilemiyorum. ama ben yeni bir güle bir maya daha vurdum şimdi, öpüyorum.