‘Güldürebilmek için önce gülmek gerekiyormuş, bilmiyordum…’

Yıkıntıların arasında dolaştım... Oraya varmadan etrafa bakmayacağım konusunda kendime söz verdim. Sözümü tutmadım. Enkazdan çıkan toz duman sanki büyük bir yangın çıkmışçasına gökyüzüne yükselirken; içimdeki yangın ise tam tersi daha derinlere iniyor, nihayetinde ciğerlerimde hissettiğim bir öksürükle birlikte daha da alevleniyordu.

Az ilerde bir ekip tamamen yıkılmış binanın altından birini canlı olarak çıkarabilmek için çabalıyordu. Köşe başında yıkıntının arasında turuncu montlu orta yaşlı bir adam oturmuş gözleri uzaklara dalmış öylece bakıyordu. Dikkatli bakınca adamın enkaz altından uzatılan küçük bir eli tuttuğunu fark ettim. Yıkıntının altındaki el; adamın kızının eliymiş meğerse ve adam kızı öldüğü halde onun elini bırakmak istememiş saatlerce… Benim merakla oraya baktığımı görüp yanıma gelen bir görevli anlattı bana bunları… Hikâyeyi dinleyince içimdeki yangına bir parça daha odun atıldığını hissettim. Belki de o baba gördüğünün bir rüya olduğunu düşünmek istedi, ya da bir kâbus… Uyumadan önce kızı ondan bir masal anlatmasını istedi ve şöyle dedi; tıpkı o şarkının sözlerindeki gibi:

‘Baba bir masal anlat bana içinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun. Güneşle ay… Anlatırken tut elimi, uykuya dalıp gitsem bile bırakıp gitme sakın beni…’

 Kızı uykuya dalıp gitse bile onun kızının elini bırakıp gitmeyişi bundandı belki de…Hem de sonsuz bir uykuya…

 Bu yıkıntı bölgesinde geçen hikayeler, masallar, efsaneler…Yaşanması mümkünken bir gecede yarım kalmış hayatlar… Hepsi gözümün önüne geldi bir anda…

Ben şimdi tam olarak Daphne’nin Apollon’un aşkından kaçıp yer küreden yardım istediği ve yer kürenin de onu kurtarmak için bir defne ağacına dönüştürdüğü yerdeyim… Daphne’nin gözyaşları hala Harbiye şelalesinde akmakta…Ama bu defa aşk için değil; depremde yer kürenin yanına aldığı insanlar için ağlıyor Daphne…

Beni buraya Antiocheia’da kurulan çadırımıza  depremden olumsuz etkilenen çocuklara, biraz olsun moral olmam ; onları güldürmem için gönderdiler… Bir tane gazeteci fotoğrafımı çekti… Fotoğrafıma baktım. Toz toprağın içinde alelacele kurulmuş siyah beyaz çizgili bir çadır… Hemen önünde şapkalı, gülmeyen bir palyaço bir elinde solmuş çiçekler; diğerinde sigarayla…

 

‘Güldürebilmek için önce gülmek gerekiyormuş; anladım…’                

                                                                                                                          MERSİN

                                                                                                           AYŞE GÖK 17/02/2023