Yazmaya çalışıp batırdığım satırlarla dolu cümlelerim, ufak bir kayıkçı teknesinin yüzüme kondurduğu gülümseme kadarını sunuyorum sizlere. Ellerim dolu, bakışlarım tedirgin bir sargıyla yamalı, kamçılanmış sözcükler dizili bileklerime. Söylemeye yüz bulamadığım itiraflarımı taşıyorum göğüs kafesimde. Daha önce kokusunu almadığım bir caddedeyim, uçurumun kenarındaymış gibi hissettiriyor bu koku. Gözlerimi rahatsız eden ışık huzmeleri dolanıyor etrafta, martıların ufak çığlıkları dokunuyor bedenime, martıları görebildiğimden emin değilim, onları hissediyorum sadece. Bağımsız birkaç adım; bir, iki, üç ve geri. Senkronize olan bedenime hükmeden rüzgârın boyunduruğu altında savaşıyorum, yeniden. 

bir 

iki 

üç.  

Üç, iki, bir. 

Düzensiz satırlara yaraşan sözcüklerin ahı, heybemde taşıdığım ufak sandığa mühürlü. Lohusa bir kadının dualarına yaraşır şekilde çığlıklar dökülüyor ağzımdan. Zorlama, sahipsiz, can yakıcı. Bacaklarım taşıyamazken beden denilen bu et yığınını, ruhumun kalbime sığdırdığı kadarını oynuyorum hayat denilen akıl oyununun. Attığım adım sayıları, vardığım yıkık dökük mahzenler silsilesi,

sonu ufuğa varmayan mahzenler. 

Attığım adım sayılarını, yürürken kuruttuğum kaç nehir olduğunu, içimde kaç güneş batırdığımı, soldurduğum kaç mevsim olduğunu, sabahına çıkmamak için bıraktığım nidaları bilmezken kayboluyorum, bu haritada. Defalarca kez yeniden batıyor gün, defalarca kez yeniden doğuyor, yeniden batıyor ve doğuyor. Yeniden, yeniden ve yeniden.

Ufuk çizgisinin altında gezinen birkaç gölge, birkaç beden ve birkaç sesten mi ibaret hayat? İçimde yarattığım kara deliğin çekimini bilmiyor ki insanlar. İçimde kuruttuğum kaç nehir olduğunu, içimde batırdığım kaç güneşin olduğunu bilmiyor insanlar, soldurduğum kaç yaz olduğunu, sabahına çıkmamak için bıraktığım nidaları bilmiyorken, defalarca kez yeniden batıyor gün. Yeniden, yeniden ve yeniden