Bir sabah vakti her şey daha yerinde, hiçbir şey kımıldamıyor. İnsanlar yerli yerlerinde uzanmış derinliklerde kaybolmakta, önceki yaşadıkları onu sonrakilere hazırlamak için yetersiz kalıyordu, çünkü yaşamın inceliğine daha varamamıştı. Kim varabilmiş ki var olmanın farkına? Var olmanın varlığında olmak ise seni, içten içe var edip, daha sonra var ettiklerini ince ince doğrayıp yok etmektedir. Bu anlar sancılıdır, vücudunun her yerinde kendi kendinin fakındalığının kaygısıyla bakmaya başlarsınız yaşama. İşte o zaman yaşam, yaşamak olmaktan çıkar, başka bir şeye evrimleşir. Şu anki halimiz önceki ve sonraki halimizden tamamen ayrıksı, yabancı. İlk kendine yabancılaşır sonra da herkes her şeye. Bir şeyler olur ama artık onun da fakındalığını aşan bir yaşamak hevesi gelir içinde. İstemsizce ama zorunlu bir akıştan gelen kutsal emir.
Sonra düşünürken bir daha düşünmeye başlarız. Bir zamanlar anlamlı gelen ne kadar çok anlamsız kelime gelir kulağımıza.
Her bir gün aynı günler birbirini izler kendi biçimsizliğinde, tüm ahlaki, etik değerleri ayakları altına alırken her şey anlamını yitirmeye az bir zaman kala, ufuklardan gözlerime sokulan bir ışık çizgisi sert bir komutla görev yerini almaya hazır. Tüm ihtişamıyla yeryüzünü kuşatmaya gelen bir tanrısallık, bir yücelik her şeyi kendi içinde barındıran bir güneş, bir ışık, bir insan, bir sevgi, bir dost, bir aşk ne güzel doğuyor olmadığım yerlere biriktiremediklerimle. Önce ve sonrası yoktu anlık vardı ve şu an tam da burada doğmakta, doğmaktayız, yeni anlara yelken açmak için.
Gün doğmadan.