Kitapların çığlıklarını kulaklarımda hissediyorum. Öylesine içten bir ses ki onları yalnız bırakanlara karşı nefret dolular. 

Gözlerimiz sahtelikler içerisinde öyle köreldi ki artık onları göremiyor ve gerçek olan şeyleri elimizin tersiyle bir kenara itmeyi tercih ediyoruz. 

Belki diyeceksiniz, hatta diyorsunuz da, “gerçekler, sahtelikler, konuların hep bu yönde”.

Fakat size soruyorum; asıl eksik olduğumuz, bizi boşluk ve karanlık bir zindana iten, üzerinde durduğum şeyler değil mi? 

Ve ben bunların bilincindeyken nasıl gözlerimi diğer tarafa çevirebilirim ki...

Çünkü ölüyoruz, etrafıma baktığımda gerçek diyebileceğim bir şeyin kalmaması, kalsa bile bunların artık ulaşılabilir olmaması... 

-Ah, ne üzücü! 

Gerçekler hiç olmadığı kadar, benliğinde gerçekleri barındırıyordu. 

Görmek hiç olmadığı kadar, benliğinde körlükler barındırıyordu. 

Merak ediyorum; ne zaman gerçekten gerçekleri yaşayacağız, ne zaman gerçekten sevebileceğiz, ne zaman gerçekten karşılıksız iyilik dolu olacağız, ne zaman? 

Bilmiyorum bunları düşündükçe kendimi gün ışığı altında, karanlıkta hissediyorum. Bir zindanda yalnız hissediyorum. Tek bir penceresi bile yok. 

Ben yalnız hissetmiyorum, ben sadece üzgün hissediyorum. 

Sadece üzgün ve gerçeği görmeye çalışan birisi...