Gün kararınca ve çok azı kendi kalbinin köşesine çekilince o yalın ayak koşardı hüzne. Sonra teselliler icat ederdi, avunamazdı hiçbir teselliyle. Kendi olarak varken bir başka surette bakardı kendine, bir başkasıyken bile merhamet duyamazdı kendine... Gün kararırdı, onun karanlığı düşünmeye başlayınca başlardı; bir bilinmezdi sabah, bilinmezdi aydınlık ne kadar sürecek. O bilinmezdi, çözemezdi hiç kendi denklemini. Kaç kez acı bir şekilde tanıklık etti kendine, başkalarını nasıl da böyle çok sevebiliyordu, ah nasıl da merhamet duyuyordu. Bazen nasıl da gözleriyle kucaklıyordu. Mesele kendine dönünce ne acıydı bu mahkeme, ne acıydı bu hüküm... Gün karardı yine, o bu sefer yalın ayak düşe koştu; sonu karanlığa çıkmayan bir yolu düşledi, açar mıydı kıyıda çiçekler, konar mıydı kaldırıma kuşlar, o yürür müydü kuşu ürkütmemek adına tedirgince? Gökyüzü bulutsuz olur muydu, insanlar sevgi dolu bir tebessümle selamlaşır mıydı, o büyük bir merhametle hem kendi hem de bir başkası olarak sarılabilecek miydi kendine? AH!