savaşlarla yorulmuş, yıkılmış yarı yarıya

bir kent mutsuzluğu yaşıyorum

iki ayrı yakada iki ayrı savaş artığı

uzaktan bakıyoruz çıplak gövdelerimize

iki düşman devlet düşürdü

bu sevda denen illeti yüreğimize


şimdi bir vapur kalkar da oradan

toprağına ayak basan insanlar

gelir basar kentimin taş basamaklarına

oralı bir çiçek taşınır şehrime


bir kuş uçar yükseklerden

kanatlarında senden mektuplar getirir

senin dinlediğin şarkılar düşer dilime

geceleri ateş başında

ısınmak için içen

içtikçe matiz, içtikçe şen

yine de ağlaşarak benimle beraber

"hüma kuşu yükseklerden seslenir"


seni görürüm gece yarıları şehrin ışıklarının aydınlattığı

alaca gecelerden bakarken yüksek tepelerinden kentime

seni duyarım rüzgarların yüzüme çarpan sesinde

en uzaklardan, dehliz diplerinde uyuyan fareler duyar

rüzgarların pusula uçları bizi gösterirken

sesinde beklediğim özlemler kucaklar tozlu duvarlarımı

tozlar gider, özlemin tortusu yerleşir göğsümdeki feza boşluklarına


bekliyorum

gün olur senden bir haber duyarım

gün olur mütemadiyen sevişiriz günün sonunda

gün olur diye bekliyorum

gün olur güneşi arkama alıp doğururken ben gündüzleri

gündüzü silip arkanda batırırken kızıl günleri

bir ses duyarım bana adımla seslenen

gözlerinin içi gülen bir ses kulağımda yuvalanır


gün olsun bunu unutma

shakespeare’den bir sone çalınsın kulaklarına:

"beklemek cehennemdir ama beklerim seni."