"Gün Olur Asra Bedel", Kırgızistan'ın önde gelen yazarlarından Cengiz Aytmatov'un ilk kez 1980 yılında yayınladığı romanıdır. Bu edebi şaheser, sadece ilgi çekici bir kurguya sahip olmayıp aynı zamanda Orta Asya coğrafyasının kültürel ve tarihi manzarasının da bir yansımasıdır: Güneş, uçsuz bucaksız Sarı Özek bozkırının göğünde ışıklar saçıyorken demiryolunun gürültüsüne eşlik etmekte; vagonlar içindeki insanların bu coğrafyada nasıl yaşanabileceğine dair düşüncelerine tanık olmaktadır çünkü burası öyle bir yerdir ki insanın yaşayabilmesi için bozkıra kök salıp var gücüyle çalışması gerekir. Savaşın neden olduğu olumsuz koşullar, bunun toplumda oluşturduğu maddi ve manevi sıkıntılar ve savaş sonrası yaşanılan acılar romanlarına konu olan başlıca unsurlar olmuştur. Yedigey de 2. Dünya Savaşı’ndaki cephelerin birinden dönmüş, artık altmışlarında olan yaşlıca bir kimsedir. Aytmatov, onu tasvir ederken halkın emekçi kesiminden olduğuna değinmiş, toprağına sıkıca sarılan ve bu uğurda canını dişine takmaktan gocunmayan bir karakter ortaya koymuştur. Bu tarif, yazarın eserlerinde sıkça rastlanılan tasvirlerden bazılarıdır.


Hikâye, Yedigey’in kendisi gibi demiryolu işçisi olan arkadaşı Kazangap’ın ölümünün yasını tutarken, olayları şimdinin ve geçmişin pencerelerini aralayarak ele alması sonucunda gelişir. Bir grup arkadaşı ve iş arkadaşıyla birlikte; Kazangap'ın uzay üssünün temsil ettiği modern çağdan ve makineleşmeden uzak, Kazak geleneklerine uygun bir şekilde gömülmek istemesi dolayısıyla, dostunun son arzusunu gerçekleştirmek için yola çıkması hikâyenin başlangıç kısmını oluşturur. Keder ve görev duygusuyla dolu olan Yedigey'in bu yolculukta yasın, yaşamın, ölümün ve insanın deneyimini tanımlayan olguları derinlemesine sorgulaması; bunu yaparken kültürünün bir parçası haline gelmiş efsane ve mitlerine değinmesi eserin temel bağlamını verir. Dolayısıyla Yedigey'in yolculuğunu yalnızca uçsuz bucaksız bozkırlarda yapılan fiziksel bir ilerleme olarak değil; toplumun hafızasına ve halkın geçmişine yapılan bir yolculuk olarak da değerlendirmek gerekir. Yolculuk boyunca Yedigey, zamanın hızla ilerlemesini ve bu durumdaki kaybın, özellikle manevi anlamdaki yitirilenlerin, kaçınılmazlığını büyük bir melankoli ve duygusallık içinde verir. Bunu yaparken ise düşüncelerini geleneksel göçebe yaşam tarzı ile uzay fırlatma alanının simgelediği modernliğin çatışması üzerine oturtur: Kazangap ve kendisinin eskiden nasıl da kar küreyip geçidi açtıklarını anlatırken, şimdinin makinelerini kullanan gençlerin alaylı söylemlerini eleştirir ve emekçi olmanın önemine, bunun unutulmaması gereken büyük bir değer olduğuna bir kez daha değinir.


Boranlı’nın 40 kilometre kadar uzağındaki uzak bir Kazak köyünde, Sarı-Özek 1 adı verilen uzay üssünün bulunduğu bölgeden kalkışa geçen bir roketin “Demiurg” projesini uygulamak amacıyla gökyüzüne doğru süzülmesi, zamanın hızla ilerleyerek bir atılım gerçekleştirmesini sembolize eden bir olay olarak açıklanabilir. Demiurg projesinin önemli bir unsuru olan Büyük Meydan, uzay fırlatma alanının hâkim olduğu geniş bir açık alan olarak tanımlanır. Kalkışa hazırlanan gemi, demiryolunun ve eskiye ait yaşam tarzının üzerine karanlık gibi çökerek bozkırın üzerinde belirir. Yedigey de bu gelişimin Kazak kültürüne, anlatılarına ve gelenek-göreneklerine gölge düşürmesinden korkan biri olup, eski kimliğin savunucusu ve aynı zamanda temsilcisi rolündedir. Aytmatov’un, bu karakteri Kırgız ve Kazak kültürünü yansıtan anlatıların koruyucusu olarak işlediği, bunların nesiller boyunca aktarılmasına ve toplumun kimliğine yıllar sonra dahi katkıda bulunmasına vesile olması açısından da eseri kaleme aldığı söylenebilir. Bunlardan hareketle; Yedigey ve arkadaşlarının yolculuğu için, halkın asırlık mirasını korumak ile bu yükselişin baskılarını kabullenmek arasındaki mücadelenin bir yankısı olduğu söylenebilir. Romanın modern olanı araştırması, yalnızca teknolojik ilerlemenin bir tenkidi değil; aynı zamanda toplum için daha geniş anlamlara ilişkin incelikli bir tahlildir. Aytmatov, teknolojinin hızla ilerlemesiyle ilgili kolektif huzursuzluğu ustaca kullanarak ve bu ilerleyişin ülkede oluşturacağı maliyeti de değerlendirerek, ülke ekonomisinin yaşayabileceği herhangi bir kayıp durumunda ve böyle bir konumda karakterlerin gelecekte ne durumda olacakları konusunda onları derin bir endişeye sürükler. Henüz yeni yeni gelişim gösteren bu ilerlemenin köydeki emekçileri, halkın şehirleşmemiş bölümünü bu tarz kaygılara sürüklemesi doğaldır. Ancak konu, kültürel izlerin hafızalardan silinmesine kadar ilerler ve ulusal bir asimilasyonun yaşanmasına sebep olursa, yaşanan gelişimin tümüyle bir değişime uğraması elbet kaçınılmaz olur.


Yedigey'in yolculuğu aynı zamanda bozkırları geçmenin zorlu eylemi ele alındığında iniş çıkışları, sevinçleri ve üzüntüleriyle insanın yaşamındaki seyrinin de bir çeşit sembolü olarak değerlendirilebilir. Manzaranın işaret ettiği nokta, hayattaki her türlü zorluğun tuvale aktarımı gibi kabul edilirse; Yedigey’in attığı her adım, bu tuval üzerindeki ayak izleri olup gelecek için umutla dolmanın bir karşılığı olarak da betimlenebilir. Bu yönüyle, melankolinin tam ortasına yerleştirilebilecek nitelikte olan eserin aynı zamanda dayanıklılık ve umut temalarını da içerdiği yorumu yapılabilir. Kalıcı dostluk bağları ve karakterlerin yaşam tarzlarını korumaya karşı olan kararlılıkları, okuyuculara zorluklarla cesaret ve azimle yüzleşme konusunda ilham veren bir umut mesajı verir. Bu doğrultuda, Yedigey’in hem fiziksel hem de mecazi yolculuğu, yılmak bilmeyen insan ruhunun bir göstergesi olarak da tanıtılmıştır. Karakterlerin Ana-Beyit Geçidi'nin zorlu arazisinde ilerlemeleri neticesinde özellikle fiziksel yolculuğun daha zorlu hale geldiği görülür. Bu bölüm, insan ruhunun zorluklar karşısındaki dayanma gücüne değinir; kararlı ve korkusuz duruşuna ışık tutar. Gece kamp yaptıkları bölüm ise karakterlere bir dinlenme ve düşünme anı sağlar. Aytmatov’un bu ara bölümü, adeta yoldaşlar arasındaki duygusal bağları derinleştirmek ve karakterlerin kişisel geçmişlerini derinlemesine incelemek, hikayelerini daha geniş bir perspektifte vermek üzere kaleme aldığı söylenebilir. Cenazenin kaldırıldığı sahnede antik ritüellerin roketin varlığıyla yan yana getirilmesi, modernleşmenin geleneksel yaşam biçimleri üzerindeki etkisine ilişkin son çarpıcı manzarayı sunar; bağlamı son kez somutlaştırır. Bu sürecin çalkantısı, Yedigey için asra bedel bir günle eş değer olur… Cengiz Aytmatov’un bu kitabı insan deneyiminin inceliklerini, gelenek ile gelişim arasındaki çatışmayı, yaşam, ölüm gibi sonsuz temaları ve kültürel kimliğin doğasının kalıcılığını derinlemesine incelemesi için bir araç görevi görür. Okuyucular, Yedigey’in gözünden, romanın sayfalarını aşan ve yüz yılın yankılarını taşıyan, kişiyi sorgulamaya iten bir yolculuğa çıkar. Yedigey’in yolculuğu, seyahatin fiziksel boyutunun ötesine geçen çok katmanlı, manevi bir keşif gibidir. Zamansız oluşuyla nam salmış bu eser, insanı kendi vatanının geçmişiyle ve kültürel kökleriyle bir bağlantı kurmaya, geçen yılların sonunda yaşanan kaybın karmaşıklığıyla yüzleşmeye ve değişim karşısında dayanıklılık bulmaya teşvik eder; onu duygusal bir maceraya çıkarır.