Birkaç günlüğüne ev bana bırakılmıştı; özgürlüğümün, yalnızlığımın tadına varıyordum. Evde çırılçıplak geziniyor, tuvaletin kapısı ardında kadar açık sıçıyordum.

Koca bir günün ardından artık kendime katlanamadım, sokağa fırladım.

Bedenimle bütünleşmiş aynı deri ceket, blue jean ve siyah deriden botlar. Hava boğucuydu, güneş yüzünü göstermek niyetinde değil gibiydi. Uzunca bir süredir geçtiğim adımlarıma alışkın sokaklarda ilginç hiçbir şey yoktu. Baktığım her insan ve nesne, gayet güvenli ve uyumlu görünüyordu. Bir takım birbirine benzer boş yüzler ve her an uyanacakmış gibi düşte görünen gözler. nereye gideceğime karar vermek gibi lükslerim yoktu. Adım gibi emindim, neredeyse hep akşamüstü vakitlerine uğradığım eve en yakın çay bahçesiydi bu yer. İşte çam ağaçları arasında yola doğru çevirdiğim sandalyemdeydim; yeşil, sert plastikten. Müdavimi olduğum kafede mecburen birkaç tanıdık edinmiştim. kısa ve umursamaz halde ilk anda birkaç kişiye uzaktan elimi kaldırdım. Karşımda sık halde dikilmiş çam ağaçları hiç boşluk bırakmayacak halde yerlerinde duruyorlardı, ancak kökleri olan yolu aklına getirmezdi işte . Ağaçların altında köpeklerini gezdiren birkaç orta yaşlı kadın ve erkekler, içlerindeki yalnızlık köpeklerine bakışlarından belli. Hemen çam ağaçlarının üzerinde uzanan üç elektrik teline konan güvercinlere bakmaya devam ettim bir süre, sıkılıp kısa bir süre sonra uçtu onlar da

Doğa kendi halindeydi, her şey nasıl olması gerekiyorsa öyle görünüyordu fakat eminim ki hiçbir şey göründüğü kadarıyla sınırlı olamaz, hep karanlık gizli bir yan vardır. Evet,

Çay bahçesinin önünden gazlayarak gürültüyle geçen arabalar, güzel bir kadın görme umuduyla kafalarını sağa çeviren geçen arabaların içindeki şoförler ve benim gibi bir lavukla göz göze geldiklerinde yüzlerinde beliren memnuniyetsiz ifade. Arkamda masaları dolduran gülüşen, etrafı kesen liseli oğlanlar ve kızlar. Sevimsiz bir yüz ifadesiyle üç beş kuruştan feragat etmemek adına para uğruna kıç yalayan, koşturup duran göbekli bir çay bahçesi patronu.

Gökyüzünü kaplayan sis ve buğunun vesile olduğu iç sıkıntısı. Ve bu adamın neyi var diye arada elimin altındaki not defterime fark edilmeden dönüp bakan birileri.

Başlayan ince yağmurun deftere isabet etmemesi için ettiğim dua, kabul olmadığında hazırladığım küfür. Esmeyen rüzgar. Herhangi bir duygunun ulaşmakta güçlük çektiği kaybolmuş bir ruh. Utangaç, aceleyle kaldırımda süzülen siyah taytlı, sevimli bir geyik. Uzaklaşan gülüşmeler, neşeli kelimeler. Durmadan sarılan tütün, masada çalan rock n roll ve hayatın anlamını kalçasından kavramış gibi duran "sidik" adında dışlanmış bir kitap. Neye yarar lan?


Not: Yağan yağmur damlaları deftere hiç isabet etmedi. Tanrı’nın benimle olduğunun işareti, tek bir farkla: Duanın kabul olması için çaktırmadan içinde edilen küfürlerin işitilmesinden duyulan korkuyla… (Kadim çay bahçeleri müdürlüğü amirliğine arz edilir, eğer isterlerse.)