Bazı zamanlar böyle olur.

En anlaşılmaya ihtiyaç duyduğumuz anlarda çölde düşe kalka su arayan bir bedevi gibi sağda solda bizi anlayacak birilerini ararız çünkü insanız anlatmaya ve anlaşılmaya ihtiyacımız var. Fakat çevremizde robotlaşmış insan kütleleri arasında bir bedevinin susuzluğunu yaşarken buluruz kendimizi.

Ani öfke patlamaları, bir şeyleri kırıp dökme isteği, avazımız çıkana kadar bağırıp her şeyi haykırayım derken.. Eyvah! Birilerinin bizi işaret ederek suçladığına tanık oluruz. Geçmesi zor sürgün ağrısı..


Günlerce aklının sana fısıldadığı konuşmalarla yaşarsın. Öyle olsaydı böyle olurdumlar, şu şöyle yapmasaydı böyle yapmazdımlarla sabaha kadar bir kaç metrelik alanda mevlana nispetiyle döner durursun.

Evet o laflar söylendi, o cevaplar verildi, o kavgalar edildi, o eşyalar kırıldı. İnsan olmayı deneyimlediğin en güçsüz andasın tıpkı kabre konulmuş bir ölü gibi. Ne arayan var, ne soran. Ne kapını çalan var, ne de anlamaya çalışan. Halıları kaldırılmış evler gibiyiz; yankılı, hep yankılı, hep yankılanan..


İçimizde ki karanlık odalara temas azalınca, tozlu anılar ele alınmayıp kaderine terkedilince ve dahası içeri girip lambayı yakmayınca ne olduğunu kestiremiyor insan.

Bir bütünlük söz konusu ama bütün olan sen değilsin.


Kıytı köşede kalan parçalarınla boğuşurken önünde akıp giden hayatın yoksunluğu, kapılar ardında güneşli yaz günleri yada bir kış günü battaniye altında yudumladığın sıcak çaylar.. Hepsi histerik kıvamda içeri girmeni bekliyor. Kapıyı aralıyorsun ve buruşturarak attığın anılar karşında. Çünkü insan bazı anları, özenle kurutup sakladığı çiçekleri gibi saklamak istemiyor.


Eli varmıyor bazı şeylere, içten içe reddediyor olanları ya da olabilecekleri. İnsan bir kere yaslandığı yere sırt üstü çakılıverince tekrar düşerim korkusuyla belini doğrultamıyor. Kayalardan sağlam duvarlar örüyor kendine. yaslandığında yıkılmayacak duvarlar, bir kuru gürültüye harcanmayacak anlar.. Bu güvenli alan için avsa artık avcı olmayı göze alıyor. Bir gece vakti insan ansızın degişiveriyor. Bir bakıyor, dünkü halinden tanıdık bir şeyler kalmamış kendinde. Bozuk para arar gibi bir yerlerde, eliyle kalbini yokluyor bir umut. Bulamıyor..


Sonra aylarca sessize alınmış yağmurlar gibi usul usul yağıyor insanların üstüne. Ne büyük bir fırtınayla korkutuyor ne de sele dönüşüp zarara uğratıyor.

Kendi içinde kendine kalanla kendi başına ayakta.

Kendini bi bıraksa ne yollar aşacak kim bilir.

Kim bilebilir işte..


Bir bilene ihtiyaç var bu yüzden.

Bilebilmek ve bilinebilmek.

Ama kim tarafından ve kim olarak..