Merhaba günlük


Bugün güzel bir gündü, biraz durgun ve sıcağı dingindi, biraz çiçeğimi suladıktan sonra güneşe bıraktım onu, birkaç yeni ayakkabı denedikten ve biraz temizlikten sonra ilk kahvemi içtim. Akşam evde olan kitaplarımı okudum biraz ve heyecanla da bekliyordum yeni gelecek olanları ama en çok heyecan verende yeni yazmış olacağımdı...


Ama itiraf etmeliyim, içe dönük olsa da içimi açıyordu her yüzü çünkü “itiraf” şiiriydi başlı başına özü hani böyle içindeki her şeyi bırakırsın ya oraya, ya da dökersin, sonra bir bakarsın ki ilkbahar yerleşmiş oraya ve yeniden açıyordu yeşeriyorcasına. Belki bir fantastik edebiyat ama değil veya sürrealist bir sanatın resmi çizilseydi…


Öyle tarih öncesi tabletlere de benzemiyordu ama derinliklerinde bir şeyler de almıştı edebiyatın/yazının. Sonra dedim ki sür kayığı dîvân deryâsına. Nesimi'den geçeriz, Yunus Emre'yle âşık olur, Pir Sultan Abdâl ile şah'a gideriz. Mevlana ile döne döne bir bakmışsın, gelmişsin Hac-ı Bektaş-i Veli'ye... Öyle de güzel derinde bir şeydir, hem özgün hem özünden hem sanattan hem edebiyattan hem akıldan hem kalpten hem mutluluktan hem hüzünden hem her şey hem hiç, hemhâl de bir şeydir.