fotoğraf: Katya
Bugün ilk defa fark ettim Katya...
Savaşın tarafları yoktu ve taraf değildim. Savaşlarda yıkılan şehirler gibiydim. Mevzilerim yoktu, süngülerim yoktu, şehit veremezdim. Savaşın ortasında kalırsam meydanlarıma bombalar düşerdi. Barış güçleri ve birleşmiş ıvır zıvır askerleri gelmeyecekti. Kalkıp yoluma devam etmem gerekiyordu. Patlayan lastiği değiştirmezsem jant kaybından ölebilirdim.
Uzun yolculuklar mı deva olabilirdi yoksa farklı şehirler mi bilmiyorum. Günübirlik işlerle vakit geçirebilirdim. Yeni insanlar tanımak, eski insanları unutmak için en iyi yoldur. Ben yoluna koyulması gereken bir tabelayım.
Hatırımda kalan ses tonunu, sevişmeleri, hediyeleri aklımın tozlu raflarından çıkarıp sonsuz bir geri dönüşüme bırakmam gerekiyordu. Bu bir unutuluş hikayesi değildi nihayetinde. Ayrılıkların ölümle eşit olduğu, psikolojik travmaların rüyalarla kendisini devridaim ettiği bir dramaydı. Sokaktakileri sadece cam kenarından izlemek istemeyen, en azından kaleci olabileceğimi düşündüğüm bir devrim.
Emin adımlarla ''Ben de oynayabilir miyim?'' demiştim sana. Kalbindeki kontenjan boştu ve ilk sıraya adım yazılmıştı. Sözlerin gücüne inandırılırken harekete dökmek gerektiğini sonradan öğrendim.
Adınla seslenmenin lütfunu, sana sarılırken koklamayı kaybedilebilecek bir şey olarak görüldüğümü sonradan öğrendiğim gibi. Seni ararken girdiğim yolların karanlığını, bulduğum sandığımdaki ateş böceklerini ve tekrar aramak isterken içimde var olmaya çalışan gayreti seviyordum. Aşk bazen bulmaktan çok aramaktır da.
Gideceğini duyduğumda kayıtsız kalamazdım. Elma şekeri için ağlamam gerekiyordu. Aşık olunca IQ kaybına denk hareketlerim için özür dilerim. Seni sensiz yaşamak gibi bir niyetim olmamıştı şimdiye kadar. Özgür bırakmaya
önce kendimden başlamalıydım. Seni sevmeseydim nasıl şimdiki halimi alırdım.