ellerim ıslaktı. yazdım, sildim, oynadım. önümüzde küçükçe, pitili bir masa örtüsü, üstünde iki incir ve bir fındık vardı. "canım," dedi, "bir teknedeyim ve ellerim yok. bir teknedeyim ağrılı, ağrılı, ağrılı bir teknede ve ellerim yok. değil mi canım?" kafamı salladım, tasdikledim. işin aslı anlamıyordum ve o bir teknede değildi. elleri yerli yerinde; kancasız, çiziksiz, pare elleri yerindeydi ve biz buz gibiydik; ocaktı, kumlar vardı ayaklarımızın altında. kafasındaki solucanlardan yahut bitlerden yahut cinlerden dolayı yediği tırnakları kanlanmıştı. bacağındaki çorabın söküğüne parmaklarını sokuyor, etinin içine içine, oradan midesine ve oradan kalbine geçiriyor geçiriyor çıkarıyordu. parmakları kalbini sıkarken sakızını bir ayrı sert çiğniyor, burnuma tatlı ekşi bir karpuz kokusu doluyordu. "canım," dedi, "ben pek pintiyimdir inan ki, inan ki canım, öyleyimdir. sen şimdi bana desen, balım desen, şu inciri ben yesem ne olur desen, inan ki canım, yedirmem." huylanıyordum onun bu laflarına, içimde bir şeyler kaynıyor kaynıyor yahut donuyordu. tekrar başımı salladım. ne bileyim bir zamandır buradaydık, iki incir bir fındık serdi önümüze. izledik, izledik, izledik fakat hiç dokunmadık. sanki bu adam bu iki incir ve bir fındığı, tıpkı pare ellerini soktuğu gibi içine sokmayı bekliyor, sanki bu biraz deli ve biraz korkunç kadın incirin tekini bana vermekten haz etmeye uğraşıyordu. "tamam," dedim, "tamam balım, incirsiz kalayım zokama dokunma. zokama dokunma balım." elini omzuma koydu, ilk bir okşadı sonra patpatladı. o bunu yaptıkça halka küpeleri sallanıyor, yanağına vuruyordu. deli oldum buna. elimi kotunun cebine soktum, bacağını okşadım. memnuniyetten çok uzaktı suratı.


"doğu, canım, senin bu korkak dokunuşların ve o çirkin zokan benim fütursuzca yaşamama engel değil. değil mi canım? babam canı çekse dövüyor beni. karşı mahalledeki otis şortumun onu azdırdığını söylüyor. sen benim tükürdüğüm sakızlarımı biriktiriyorsun. ama ben yaşarım. canım, ben yaşayacağım. fütursuzca ve kocaman kahkahalarımla." ona hiç inanmamış gibi baktım, hayret ettim yani. ona dokunurdum. buna ihtiyaç duyardım, hoşnut olurdu. korkak diyordu bana, allah kahretsin. korkaktım. onun pare ellerini göğsümde bulsam, onun pare ellerini göğsümde göğsümde göğsümde ve titrek bulsam korkumdan delirirdim. laf etmedim bu yüzden. yine kafamı salladım. dayanamıyor gibiydi. haftalar önce leş bir barın kapısında yırtık çorabı ve halka küpeleri beni azdırırken, üstüne kocaman kahkahaları beni yırtarken takındığı rahatlık ve fahişelik yoktu üstünde. o gün ona ne denli pis bir orospu olduğunu bağırırken yüzüme attığı kocaman kocaman kahkahaları cebimdeydi. uzun pembe saçları yoktu şimdi, kazımıştı, kafayı üşütmüştü anasını satayım. bana korkak diyordu. allah kahretsin. korkaktım.


"doğu canım, ben senin kokuşmuş fahişen değilim. dudaklarını göğsümde ıslattığın bir fahişe değilim. bu tırnaklarım seni sevdiğimden kanar. bu tırnaklarım sana arzumdan kanar. doğu canım, benim ölümüm kanatlıdır. asırlardır ellerimi gömüyorum, toprağa girmiyor. taehyung ben ellerimi keseceğim, benim ölümüm kanatlıdır." başımı hayır dersesine salladım bu sefer. onun bu ölü çirkef laflarını duymak titretiyordu beni, anamı ağlatıyordu duyuyordum.


sağ eline uzandım, tuttum. mini mini bir kadın etmeye çalışsa da kendini, onun mini mini şortları çorapları saçları dudakları olsa dâhi, elleri kocamandı. haysiyetime fazla geliyordu elleri, kadınım bana dokunsa ellerinde kaybolurdum. boynuma koydum, sıktım parmaklarını. nefesimi koydum avuçlarına. "meyha, meyha. bu fütursuzca yaşamak değil. sen deli bir kadın, deli bir oğlan ve deli bir kedi olmanın eşiğindesin. meyha, ölüm sivridir. yavrum, ölüm yetmedir.*"


fazla uzatmadık. kuma gömülü elini çıkardı. sigarasını denize attı, denize ulaşmadı. pitili masa örtüsünü toplarken incirin birini aldı avcuma koydu. sonra çekip gitti. üşüdüm. ellerim açık kaldı. zokamı yittim. kadınım beni terk etmişti.


*


iki yıl oldu. meyha gitti ve ben iki kadına everdim. seviştim, sevmedim. dokunduğum göğüs soğuyordu, ellerim bükülüyordu. özlemimi dilimde gözümde ellerimde uyutuyordum. damağımda hep aynı tat kalıyordu. karpuz tadıyordu. bir gün canıma tak etti. yaşamaktan fütur ummadığımı fark ettiğim gün o sahile indim. şimdi saçlarım onunki gibi kazılıydı, kafayı üşütmüştüm anasını satayım. avuçlarımı açamıyordum. aradım, ellerimi kuma soktum, kadınımı hissetmeye çalıştım. kumların altında, ufalmış bir kız aradım. bulamadım. geri döndüm.


*


yatağımda çıplak ve ağrılı, burkuluyordum. livan mutfakta siktiriboktan tariflerinden birini becermeye çalışıyordu. arada siktiriboktan bir şarkı mırıldanıyor, kendi kendine eğleniyordu. siktiriboktandı yani. kulaklarım yanıyordu. öfkeli değildim; öfke bende aranmazdı. yalnızlık sızlatıyordu kulaklarımı, gün geçtikçe yitiyordum. sinek göbek deliğimde sevişti ben uyurken. küçükçe küçükçe kara bir sinek öptü göbeğimden, avcumu yaladı. ben rüyamda meyha'yı gördüm. münasebetim benden geçti onda kaldı. dayanamadım çıktım odamdan. öfkeli gibi davranıyordum, livan'ı tedirgin etti bu, iki üç kelime etti. cevap vermedim. herife küfredecektim haysiyetim durdurdu beni. yakıştırmadım ellerime. bir sabah gelir; küçükçe küçükçe kara bir sinek göbeğimi emer iken ayıplanırım diye korktum. kapıyı çarpıp def oldum ben de. özlemimi de yanıma aldım.


meyha'nın kuru temizleme dükkanına babamın evine girer gibi girdim, babamın evine giriyordum sahi, masmaviydim bu dükkanda, yetim ve tuzsuzdum. gırtlağım yırtılırcasına bağırdım adını. "meyha! meyha! neredesin meyha! parmaksız kaldım! senin sineklerin kurtların bitlerin yedi ellerimi. yediler yediler yediler, masmavi yaptılar beni, ellerimi gömdüler girmedi toprağa. meyha benim ellerimde neyin kaldı da girmediler toprağa!" ismini bağırdıkça karnım büyüyor, kocaman bir ağrı oluyordu. bacaklarımın arası sızladı. bir zamanlar bacaklarımızın arasında aynı sızı sızlardı. kör olana kadar sevişirdik. allah kahretsin dedim durdum. allah kahretsin kulaklarım yanıyor. allah kahretsin bacaklarımın arası sızlıyor. kızım nerdesin.


nihayet bir çamaşır makinesinin içinden çıktı meyha. saçları her zamanki pembe, kıvır kıvır, belinde bitiyordu. mavi saçlarını pembeyle kapatmıştı kızım, denizden yoksundu. gözlerinin mavisi yoktu artık, denize uğramamıştı. yüzü çizik ve kırışıktı. seviştiğimiz yıllardan kalan huyu duruyordu, avuçları açık, karşıya dönüktü. eklemsiz ve korkaktı kadınım. iki yıl önce üstünde paralandığı şortu bacaklarındaydı yine, çorapları delik delik delik, karnı delik delik delik kalmıştı. yüreğini görüyordum karnından, bükülmüş masmavi bir yürek görüyordum. "balım," dedim yine, "balım bükük kalmışsın, uyumadın mı hiç?" konuşmadı, üç saat karşısında dikildim. tek kelime etmedi. arada ağzını vah çekmek için açıyor, avcunu sıkıp bırakıyor geri dönüyordu hâline. bükük kalmıştı kadınım; eklemsiz, bükük ve tuzlu. nihayetinde yaklaştı bana, delik delik avuçlarını uzattı, tuttum. seviştiğimiz yıllardan kalan huyumu eyledim, okşadıkça okşadım avucunu. masmavi oldu okşadıkça, paçalarımız ıslandı. cebinden iki incir bir fındık çıkardı. fındığı ağzıma koydu, incirleri omuzlarıma. "canım," dedi, bendeki can ona geçti böyle deyince. "ben pek pintiyim inan ki, incirlerim kurtlanmış. parmaklarım delik delik olmuş, ben pek pintiyim canım." aldım omuzlarımdan incirleri birini ona birine bana yedirdim. şimdi ikimiz de kurtlu ve delik deliktik. bu benim ikinci kurtlanışım onun ikinci delinişiydi.


"balım, canın sağ olsun balım, zokam duruyor."


tıpkı taptaze iken attığı kahkahayı attı yüzüme yüzüme, sonra çekti öptü beni. ben onun karnına girdim, yüreğini yedim. saçları döküldü, masmavi kaldı dipleri. kanatları çıktı göğsümden. denize uçtu, attı kendini. dalga götürdü onu. canını aldı. meyha'nın ölümü kanatlıdır.


yazdım, sildim, oynadım. zokam meyha'nın içinde kaldı.