Karnım şişti. Bir karpuz gibi, içimde, kocaman ve her şeyimi yiyen bir şey büyüyor.  


Hava sıcak ve benim canım çikolata istiyor. Ne kadarını karnımdaki bebeğin ne kadarını benim isteğim olduğunu kestiremiyorum bile. Sadece istiyorum. Kendime tekrarladığım ninni gibi.  


Bir yaz öğleni. Müstakil bir ev; dubleks, içine bana ait olmayan şeylerin gölgeleri güneşten kaytarıyor; devasa kitaplık, Balzac, Dostoyevski, Tolstoy, Charles Dickens... Hep klasik. Tuğladan örülmüş duvarda bir şömine, yanında uzun canlı bitkiler, renkleri sarı, arada kırmızılar var. İsimlerini bilmediğim şeyler. Yeni ve hep temiz deri koltuklu takımları, oda


parfümleri, aynalı koridor ve hiç ayak basılmamış çocuk odası.  

İlk eşim intihar etti, ikincisi aldattığına vardı. Annem olsa şansımı zorladığımı söylerdi belki. Üçüncü eşim ise bir pilot. Şu an hangi ülkenin üstünden uçuyor acaba düşünüyorum. Karnımda bir çocukla bıraktı beni, bir ağaç gibi kök saldım, filizlenip büyümesini izlemek zorunda kaldığım bir çocuğum olacak. Ben filizlenmek istemiyorum oysa. Ne istediğimi sormayın, onu da bilmiyorum. 


Veranda da sallanan sandalyeme yığılmışım. Temizlikçi kadın tüm işini bitirmiş, alnında terlerle karşıma dikilip birkaç laf etti. İsmini bilmiyorum. Gözlerinde gıptayla baktığı bir kıvılcım yakalıyorum; evime gideceğim, dolu çocuklarımın olduğu ve kocamanın beni görmezlikten geldiği evime, temizlik ve bir sürü yemek işleri, çocukların ödevleri. İşte ben bunlarla uğraşırken, sen karnında bir çocuk var diye dünyaları yiyorsun. Bana öyle bir bakış attı işte; ya da her şeyi abartacak kadar küstah biriyim.  


İçtiğim sigaranın çocuğa zararlı olduğunu söyledi. Meyve yememi salık verdi. Emredersiniz hanımefendi. O öylece bahçeden geçerken, desenli eteği, kıvrımlı saçları etrafa dağılırken, şişman bedenine baktım. Kaç çocuğu vardı acaba. Hiç sormamıştım. Çok olduğu belli oluyordu, vücudu salmış, kalçaları olduğundan daha büyük gibi geliyor, memeleri şehvetten yoksun bir aksesuar gibi sallanıyordu. O giderken şişmanlayacağımdan, küçük mememin büyüyüp ayaklarıma dolandığını hayal ettim. Ne yapmıştım ben! 


Hiçbir zaman çocuk istememiştim. İlk eşimin intiharına annemin tek lafı; çocuğun olsaydı böyle olmazdı. Hayata utardı adamı. İkinci kocamanın benden daha güzel ve seksi yürüyen kadınla kaçmasına da aynı kelimeleri dizmişti. Çocuğun olsaydı... Şimdi istediğin oldu anne. Karnımda çocuğum var ve sen mezardasın. Oysa hiç istemediğim bir şey karnımdaki. Kimsenin onun varlığıyla yanımda durmasını istemiyorum. Kocamanın beni sevdiği için evde kalmasını istiyorum. Karnımın şişip inmemesinden, memelerimin bacaklarıma dolanmasından, ben hiçbir şey istemiyorum. 


Annelik. Kutsallıkmış, külahım anlatın!  


Sigara çöpümü yere atarken biraz terlediğimi fark ediyorum. Yanımda içerim diye getirdiğim limonata sehpa da duruyor. İçindeki buzlar biraz erimiş. Akıntıya kendisini bırakan bir alabalık hayal ediyorum nedense. Bir ayının çıktığını ve kükreyerek saldırıp parçaladığını. Bu hayalim beni güldürüyor.    


Canım fena sıkılıyor. Attığım kahkaha canımın ne kadar sıkıldığını hatırlatmıştı bana. Kocam denen aşağılık herif içime bir çocuk bırakıp gitmişti. Hangi otelde hangi fahişeyle yatıyor Allah bilir. Can sıkıntısı sinire dönüşürken terliklerimi giymeden eve yollanıyorum. Güneşin de Allah belasını versin! 


Tekrar bir sigara yakıyorum çift kişilik yatakta. Ayağım kirli. Sıcak bir kahve yapmıştım, onu içiyorum. Sonra elim komodinin sütündeki telefona gidiyor. Sılanın telefonunu tuşluyorum. Kendisi en yakın arkadaşım olur. Hayır olmaz, size de yalan söylemek istemiyorum. Annem öldü ne de olsa. Kendisinden nefret ediyordum. Mükemmel fit vücudundan, ağzında sakızı ve hep makyajlı dolaşması kanımı çekiyordu. Konuşurken herkes beni dinleye bilir mi lütfen diyen surat var, bazen yumrukladığımı hayal ediyordum. 


Şimdi telefon çalarken neden arıyordum ki. Bu soru benim de kafamı kurcalıyordu. Ama içimde hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Karnımda bir çocukla ne yaparım bilmiyordum. Sanki tek başıma değil ve hep ötekisini de düşünmem lazım. Rahat elbisemin içinde belli olan bir baloncuk. Bu baloncuğu fark eden herkes yol veriyor, güzel sözler ve nazik cümleler. Hepsinden nefret ediyorum. Ağlayasım geliyor. Bir çocuk görüyorlar herkes bende, damızlık bir koyun ve hayatta amacını yerine getirip, artık karakterini bir silgi ile silip çocuğuna aktarması gereken bir objeye dönüşüyorum.  


Karnımdaki şey beni yiyor. Bunu sadece ikimiz biliyoruz. 


“Alo tatlım, bebeğim, aradığını bilmek ne güzel şey kız,” diyor Sıla. O Hep bitmez tükenmez bilmeyen enerjisi ile. Kahvaltıda bir atom bombası yiyip sıçmıyor mu acaba diye düşünüyorum ve kıkırdıyorum. “O, senin güldüğünü duymak varmış.” 


“Ne yapıyorsun afet,” diyorum. Afet denmesine bitiyor. Kocası hep afet der buna.  


“Ayol iyilik, ne yapayım,” diyor, sesine karışmış uğultular işitiyorum. “Zeynep’le havuza geldik. İnanır mısın tüm erkekler bizi kesiyor.” Sesindeki kıkırdama ve hoşnutluk kokusu canımı sıkıyor. Zeynep, koca götlü fahişe. Evime geldiğinde kocama kur yapmaya çalışırken yakalamıştım. Elinde içki, koca kalçasını sıkan dar bir elbise ile pilotluk hakkında hasbihal ediyoruz demişti bana. Kenara çekip yemezler demiştim, Sıla’nın aptal şakalarıyla etraf yatışmıştı. 


“Bir tane adam var, görsen Zeus gibi. Yunan teni ve aramızda kalsın kocaman aleti var, anlaşılıyor yani.” diyor Sıla. Arkadan Zeynep’in kıkırdamasını duyabiliyordum. 


“Belki o bakışlarından atıp yatağa atarsın adamı,” diyorum bende. Yaşlanmasına rağmen tüm erkeklerin istediği bir kadın Sıla. Yatakta uzanırken bunu düşünüyorum. Erkeklerin hep bir şekilde ilgisini çekecek şeyler yapmayı beceriyordu. Ben hiç beceremem. Etrafımda erkek olunca aptala dönüşüyorum, ağzımdan birkaç kelime çıkarsa şükür. 3. Kocam, en çok utangaçlığımı sevdiğimi söylemişti. Hala hakaret mi yoksa iltifat mı olduğunu çözmeye çalışıyorum söylediklerini.  


İltifat etmem gerek diye düşünüyorum. Bir an sohbet hava da kalmıştı. “Kocan nerelerde, havuza gitmene bir şey demiyor mu?” Aferin kızım, şimdi saatlerce sana hayat hikayeni ve mutsuz olduğu evliliğini anlatacak. Bebeğim de bunu onaylarcasına tekme atıyor karnıma. Bende üstüne bir sigara içip dumanla cezalandırıyorum onu. Uslu dur! 


“Aman diyor, o kılıbıktan bir şey olmaz. Yıldönümümüzde istediğim pırlantayı almadı inana biliyor musun,” diyor, bir çakmak sesi ve dumanı üfleyen kırmızı rujlu dudakları aklıma geliyor. “O beni mutlu etmese, kendimi mutlu etmeyi bilirim.” 


Evet ne demezsin. Karnımda kocaman mutsuzluğumla yatarken çakı satmak istemiyorum. 


“Senden ne haber? Çocuk ne zaman doğuyor bakalım.” 


“Daha 3 ayı var.” Devasa kocaman 3 ay.  


“Şimdi kocaman olmuşsundur sen,” bir şey hatırlamış gibi atılıyor. “Bak doğurduğun an hemen sana verdiğim telefon numarasını ara tamam mı? O bakımsız ve kendini salmış anneler gibi olmak istemezsin. İnan bana canım.” 


Sıla, ilk çocuğunu doğurduğunda bir hoca tutmuş ve bedenini tekrar o seksi haline sokabilmişti. Bana öyle demişti. Numarasını vermişti. Hocanın biraz sapık yanı olduğunu da gülerek belirtmişti. Arada kalçalarını okşadığını, memelerine fırlattığı bakışlarını da eklemişti. Utanarak onla yattın mı dediğimde, bir insan, özellikle bir erkek olsam oradan kaçmak isteyebileceğim gülümseme atmıştı bana. Ne suçlayabileceğiniz ne de masum olduğunu belli eden bir gülümsemeydi.  


“Elbette,” diyorum. “Bakımsız ve şişko olmak istemem.” 


“Aferin kızıma,” diyor Sıla. Sonra telaşla, “Hey, kapatmam lazım. Sana bahsettiğim yakışıklı buraya geliyor.” 

Ben tamam görüşürüz gibi bir şey gevelerken suratıma bibleyen telefonla odada yalnız kalıyorum.  


Aklıma ikisinde çıplak ve seks yaparken görüntüsü beliriyor kafamda. Adamın sakalları var, Yunanlılar gibi giyinmiş, gözlerinde şimşek ve kocaman bedenin altında inleyen Sıla. Nedense midemi bulandırıyor bu ve kusuyorum. 


Fazla hızlı olamadığımdan yatağın üstü kusmuk oluyor. Temizlikçinin erken gitmesine kızıyorum. Bebeğime sövüyorum, çünkü onun da suçu. Midem daha bir hassas olmuştu. 


Benim sorunum neydi. Suratıma su atıp lavaboda kendime bakarken bunu tekrarlayıp duruyordum. Benim sorunum neydi. Kocalarım hep benden uzakta. Biri ölmüş diğeri gitmiş, ötekisi uçuyor. Yanıma gelen kocam ise sanki başkasının evinde, başkasının kocasını yatağa atmışım gibi yabancı geliyor. Sanki kocaman günahlar hep boynumda ve oraya asılmış zincir halkaları gibi sallanıp duruyor.  


Bir de başıma çocuk çıkmıştı.  


Karnıma baktığımda tek duyduğum kocaman bir tiksinti. Altına işeyen sevimli bir bebekten çok hiçbir zaman kabul edemeyeceğim günahlarım varmış gibi hissettiriyor. 


Seksten hiçbir zaman zevk almadığımı hatırlıyorum. Merak beni buraya getirmişti. İlk deneyimim korkunçtu. Vücudumun içinde bilmediğim bir şey, sanki kalbime ulaşıp benden olan her şeyi söküp atmak için çırpınıyor gibiydi, sanki kocaman erkeksi bedenin esiri, savaşta saçından yakalayıp zorla soyduktan sonra sahip olduğu bir hiç kimse gibi hissetmiştim. Bir araç, yaşamın döngüsü içinde devamlılık için Adem’e sunulmuş bir çürük elma gibiydim. Böyle hissediyordum.  


O yüzden intihar eden kocam gittiğinde utandığım bir rahatlama yaşamıştım. İkinci kocam beni aldattığında ise neredeyse sevinç çığlı basmıştım. Şimdi 3. kocam beni aldatıyor; pantolonun cebinde kurumuş bir çiçek yaprağına denk gelmiştim. Nedense bu beni korkutmuştu ilk defa. Çünkü artık bir bebek vardı masada ve bebek varken nasıl davranmam gerektiğimi ya da ne hissetmem konusunda tonlarca kafa karışıklığım vardı. 


Kendimi klozete bırakıyorum. Ondan önce rahat elbisemden sıyrılıp aynaya bakıyorum. Çırılçıplağım. Ademin kaburgasından yapılmış eğlence parkı. Elime zor sığan bir sabunluk. Nefesim hızlanıyor. Yapacağım şeye hiç hazır hissetmesem de yapacağım. Bunu gözlerimden anlıyorum. Burada, bu sahte ve yapay evde daha fazla kalmak istemiyorum. Başkalarının oyuncağı... 


Kaldırdığım elim, parmaklarımın içinde sıktığım sabunluk, Kabil'in Habil'in kafasına vurduğu taş gibi iniyor. Karnımda bir sancı, bir çığlık duyar gibi oluyorum. Gözlerim acıdan kapanıp yere yığılırken attığım çığlın benden olduğunu anlıyorum. Çıplak bedenim soğuk fayansta çırpınıyor. Tıpkı bir ala balık gibi. Etrafta ayı yok. 


Etraf kan ve revan içinde. Bacaklarımın arasında durmadan akan bir şey var. Durmadan akıyor. Rengi iğrenç, sanki bir çamur, kan gibi değil daha çok bir çamur... Sonra aralığı zorlayan bir şeyin hissiyle sancım başımı döndürüyor. Kirli parmaklarımı içeriye sokarken ağlıyorum. Kan ve gözyaşı.  


Çırılçıplak, bacaklarımda kuruyan kırmızı kan ve veranda da içtiğim sigara ve limonata ile güneşin ufukta ağaçların arasında batışını izliyorum. Karnım inmiş biraz. Kendimi özgür hissediyorum.