Günler, kendiliğinden akıp giderken , tozlu kanepemde, ben , suretimle lekelenen pencereyi izliyorum.

Günler, kendiliğinden akıp giderken , nerede olduğumu, neden burada olduğumu, ne zaman buradan gideceğimi düşünmeyi bıraktım.

Günler, akıp giderken kendiliğinden, vazgeçtim kendimden , geleceğimden ve gülüşlerimden.

Olması gereken ya da daha öncesinden olması düşlenen birşey yok artık.

Paslanmış düşüncelerimin ve hala genç görünen gövdemin tezatlığına tek şahit benim.

Hayır, biliyorum elbette.

Her insan bir tezat oluşturur içinde ve taşır onu ömrünce.

Tezatlıklarıma düşman değilim.

Kendime düşman değilim.

Bana verilenlerden ya da sonradan elde edilenlerden bir şikayetim de yok.

Yalnızca şu ağrı, olmasa.

Ya da gerçeği hayale bulayıp da içlerinde kaybolmasam.

Hani sade ve açıkça yaşasam hayatı.

Kendime baktığımda gördüğüm bunalıklık değil de şeffaflık olsa.

Gitmek büyüyor içimde, günden güne, çoğalıyor ve yakama yapışıyor.

Hele geceleri , nasıl da koşuyor ardımdan, trenler, otobüsler ve şehirler.

Oysa yeni gelmişim daha , çocukluğumun şehrinde ilk ayı yeni doldurmuşum.

Ne özlemden ne zorunluluktan , kaçmak isteğinden sadece , buraya dönüşüm de.

Hala aklımda gitmek , oysa gittiğim günlerin bana huzur yerine azap verdiği de, aidiyetsizligin ve huzursuzluğun her an ensemde olduğu da tecrübeyle sabit.

Ne olur dersiniz ?


Çalışma odamın girişine asmıştım.

İçinde "" aut viam inveniam aut faciam"" yaziyor. "" ya bir yol bulacağım ya bir yol yapacağım.""

Ne yol var artık ne de yenisine dair istek.

Yalnızca yürümek, karşına çıkana razı gelmeden ama isyan da etmeden , boyun bükmeden ama dik başlılık da etmeden.

Yürümek.