Sabah kalkmış, üzerime sevdiğim elbiseleri giyip rujumu, rimelimi sürmüştüm. Güzel bir kahvaltı hazırlayıp kapının önündeki terasa çıktım. Orman harika görünüyor, hava pırıl pırıl bir haziran sabahı. Elime kitabımı aldım, kahvemi yudumlayarak okuyorum. Paris güneşin altına yatmış, tüylerini ısıtıyor. Rüzgar hafif, ılık ağaçların hışırtısı...
Olmak istediğim yer tam da burası. Sonsuz bir huzur.
Birden bir çığlık kopuyor. Çığlıkla birlikte üç tane karaltı görüyorum havada. Telaş içinde bana doğru gelen üç kocaman kuş. Bir yandan çığlık atıyor bir yandan uçuyorlar. Ne oluyor diye anlamaya çalıştığım sırada gördüm ki alıcı kuş bir kuzgunun yuvasından yavrusunu kapmış kaçıyor, arkasından da annesi ve babası yavrularını kurtarmak için hem avaz avaz bağırıyor hem de yakalamaya çalışıyorlardı. Buz tuttum. Ne yaparsın o an? Çaresiz bir anne çığlıklar atarak yavrusunun peşinde, arkasında destek olmaya giden başka bir kuzgun, diğer tarafta belki o da yavrusunu besleyecek olan alıcı kuş. Belki de sadece aç...
Doğanın içinde doğaya yenilmiştim. Hiçbir şey yapamadım. Ağladım.